Soru
stringlengths 9
201
| Cevap
stringlengths 99
13.3k
|
---|---|
Düğünlerde verilen hediyeler boşanma durumunda kime kalır?
|
Düğünlerde, evlenen erkek ve kadının birbirlerine ve bunların anne, baba, nine, kardeş, amca, dayı, hala, teyze gibi mahrem akrabalarının kendilerine vermiş oldukları hediyeler hibe hükmünde olup tek taraflı olarak bunlardan dönmeleri câiz değildir. Ancak bunların dışındakiler, tahrîmen mekruh olmakla birlikte verdikleri hediyeyi geri isteyebilirler. Hediyeler ise eşlerden hangisine verilmiş ise ona ait olur. Kimin adına getirildiği bilinmemesi hâlinde, mümkünse getirenlerden sorulur ve onların sözüne göre hareket edilir. Bunun mümkün olmaması hâlinde bulunulan yerin örf ve âdetine göre hareket edilir (el-Fetâva’l-Hindiyye, 4/382-383). Damadın veya ana babasının geline taktıkları takılar örfen mehirden sayılıyorsa mehirdir; asla geri alınamaz.
|
Hac ayları hangileridir?
|
Hac ayları, hicrî takvimdeki Şevvâl ve Zilkade aylarının tamamı ile Zilhicce ayının ilk 10 günüdür. İhrama bu aylar içerisinde girilmesi gerektiğinden dolayı bu aylara hac ayları denilmiştir. Bu zamanlara hac ayları denmesi, hac menâsikinin bu aylardan herhangi birinde bitirilebilmesi açısından değil, haccın şartı olan ihrama Şevvâl’den itibaren girilebilmesi bakımındandır. Bu süre içerisinde ihrama girerek, haccın iki temel rüknünden biri olan ve sadece Zilhicce’nin dokuzuncu günü öğle vakti ile onuncu günü fecr-i sâdık arasında yapılabilen Arafat vakfesini yapan kimsenin haccı geçerli olur. Haccın diğer rüknü olan ziyaret tavafı ise kurban bayramı günlerinde eda edilmekle birlikte, bugünlerde yapılamaz ise cezasını yerine getirmek kaydıyla, daha sonra da yapılabilir ve bu tehir, o seneki haccın geçersiz sayılmasına sebep olmaz (Kâsânî, Bedâi‘, 2/132-133).
|
Hac kimlere farzdır?
|
Hac, İslâm’ın beş temel esasından biri olup bedenî ve malî yönü olan bir ibadettir. Sağlık, servet ve yol emniyeti yönünden haccetme imkânına sahip (Kâsânî, Bedâi‘, 2/120), hür, (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 3/354 [14868]) akıl sağlığı yerinde ve büluğ çağına erişmiş Müslümanlara farzdır (Merğinânî, el-Hidâye, 1/132; Kâsânî, Bedâi‘, 2/120; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/453-454). Bu şartları taşıyan kişinin, imkân elde edince, geciktirmeden bu farzı yerine getirmesi gerekir. Hayatında bir defa hac yapmış olan Müslümanın bir daha haccetmesi gerekmez (Müslim, Hac, 412 [1337]); ancak nâfile olarak hac yapabilir (Ebû Dâvûd, Menâsik, 1 [1721]; İbn Mâce, Menâsik, 2 [2886]). Günümüzdeki kota sınırlamaları sebebiyle müracaat ettiği hâlde kurada ismi çıkmadığı için hacca gidemeden ölen kimseler, hacca gitmeye imkân bulamadığı için borçlu olarak ölmüş olmaz. Kendisine hac farz olan kimsenin, haccını bizzat eda etmekle yükümlü olması için sağlıklı olması, tutukluluk veya yurt dışına çıkma yasağı gibi bir engelinin bulunmaması ve yolun güvenli olması şarttır (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/141). Hac yolculuğuna katlanamayacak, ya da fiilen haccedemeyecek derecede hasta olanlar ile yaşlılar, hac kendilerine farz olsa bile, eda ile yükümlü değildirler. Bu durumda olanlar şartları oluştuğu takdirde bizzat haccederler. Eğer şartlar oluşmazsa kendi yerlerine bedel göndererek hac yaptırırlar (Merğinânî, el-Hidâye, 2/482). Hacca yazılıp da kurada ismi çıkmayan veya yurt dışına çıkışla ilgili başka engellerden dolayı gidemeyen kişiler için bu da bir mazerettir.
|
İmkân bulup Kâbe’yi gören veya umre yapan kişiye hac farz olur mu?
|
Haccın farz olması için hac günlerinde bu ibadetin ifa edileceği yerlerde bulunma imkânına sahip olmak gerekir (Kâsânî, Bedâi‘, 2/120). Bu iki şarttan biri eksik olursa kişiye hac farz olmaz. Dolayısıyla haccın rükünlerini yerine getirme imkânı bulamayan kişilere haccın edası farz olmaz. Hac erkânının yapıldığı günlerde değil de başka bir vakitte Mekke’de bulunan bir kimse hac günleri başlamadan oradan ayrılmak zorunda kalır ve hac vaktinde tekrar gitme imkânı bulamazsa, sırf Mekke’de bulunmuş olmasından dolayı kendisine hac farz olmaz (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/583-584). Kâbe’yi gören veya umre yapan kimse eğer hac günlerine kadar orada kalma imkân ve fırsatı bulursa, orada kalır ve haccını yapar.
|
Hac ibadetinin ifası için nisap miktarı mala sahip olma şartı var mıdır?
|
Bir insana haccın farz olması için zekât verecek konuma gelmesi şart değildir. Borcu ve aile fertlerinin her türlü ihtiyacı dışında hacca gidip gelecek kadar parası, malı mülkü ve imkânı bulunan kimseye, haccın farz olması için gerekli olan diğer şartları da taşıyorsa hac farz olur (Kâsânî, Bedâi‘, 2/120, 122). Bir sahâbînin, “Hac yapmayı farz kılan şey nedir?” şeklindeki sorusuna Hz. Peygamber (s.a.s.), “Azık ve binit.” cevabını vermiştir (Tirmizî, Hac, 4 [813]; İbn Mâce, Menâsik, 6 [2896]). Dolayısıyla bir kimsenin aslî ihtiyaçları, varsa borcu ve bakmakla yükümlü olduğu insanların nafakası dışında hacca gidip geleceği sürede kendisine yetecek kadar yeme, içme ve barınma giderleriyle yol parasına sahip olması durumunda kendisine hac yapmak farz olur. Ayrıca nisap miktarı mala sahip olması gerekmez.
|
Çocuklarını bırakacak güvenli bir yeri olmayan kimsenin hacca gitmesi farz mıdır?
|
Kendisine hac farz olan kimse, çocuklarını bırakacak hiçbir güvenli yer bulamaması hâlinde bu imkânı elde edinceye kadar hacca gitmekle mükellef olmaz. Böyle bir kimse imkân bulduğu ilk fırsatta gecikmeden bu görevini yerine getirmelidir.
|
Evlenme çağında bekâr çocuğu bulunan kişi hacca gitmeyi erteleyebilir mi?
|
Sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip, hür, akıl sağlığı yerinde ve buluğ çağına erişmiş Müslümanların, ömürlerinde bir defa haccetmeleri farzdır (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/139). Bu şartları taşıyan kişinin, imkân elde edince, geciktirmeden bu farzı yerine getirmesi gerekir. Bu itibarla, kişinin evlenme çağında bekâr çocuğu da bulunsa, bu şartları taşıması hâlinde haccetmesi farzdır. Hacca gitmeyip de hac parasını çocuğunu evlendirmek için kullanırsa, hac yükümlülüğü üzerinden kalkmaz.
|
Borçlanarak hacca gitmek doğru mudur?
|
Bir Müslümanın hac ibadetiyle yükümlü olması için sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip, hür, akıl sağlığı yerinde ve buluğ çağına erişmiş olması gerekir (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/140). Bu itibarla maddî yönden haccetme imkânına sahip olmayan kişilerin borçlanarak hacca gitmeleri gerekmez. Ancak borçlanarak hacca gitmeleri hâlinde, hac ibadeti geçerli olur ve kendilerinden hac sorumluluğu da düşer. Diğer taraftan, haccın farz olması için gerekli şartları taşıdığı hâlde, hac mevsiminde hazır parası bulunmayan ve borç aldığı takdirde bunu daha sonra ödeme gücüne sahip olan kişilerin, bu görevi bir an önce ifa etmeleri için borç alarak hacca gitmeleri uygun olur.
|
Bankada vadeli hesapta bekletilen para ile hac yapılır mı?
|
İslâm dini kişilerin meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini helal yollardan elde etmelerini emreder. İbadetler de helal kazanç ile ifa edilmelidir. Bankada vadeli hesapta bekleyen paranın aslı helal olduğu için bu para ile hacca gidilebilir. Ancak bu yolla elde edilen faiz gelirlerinin sevap beklemeksizin fakirlere veya hayır kurumlarına dağıtılması ve tövbe edilmesi gerekir.
|
Mekke’ye dışarıdan gelenlerin Arafat vakfesinden önce veya sonra Mekke’de bulundukları süre içinde seferîlik durumları nedir?
|
Mekke’de, Arafat vakfesi öncesinde Hanefî mezhebine göre on beş gün veya daha fazla, Şafiî mezhebine göre giriş ve çıkış günleri hariç dört gün veya daha fazla kalacak olan kimse, mukim sayılır; hem Mekke’de hem de Arafat’ta namazlarını tam kılar. Hac öncesi Mekke'de bu sürelerden daha az kalacak olan ise seferî sayılır ve dört rek'atlı namazları iki rek'at olarak kılar. (Kâsânî, Bedâi‘, 1/98; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, 1/519) Buna göre; Arafat öncesi Mekke’de mukim olan kişi; Arafat ve Müzdelife'de de mukimdir. Bu kişi Mekke’ye döndükten sonra burada kaç gün kalırsa kalsın mukim olmaya devam eder. Arafat öncesi Mekke’de seferi olan kişi; Arafat ve Müzdelife'de de seferidir. Bu kişi Arafat'tan döndükten sonra Mekke’de 15 gün veya daha fazla kalacaksa mukim, 15 günden az kalacaksa seferi olur. (Hasen Şâh, Gunyetu'n-nâsik, 73; bk. Serahsî, el-Mebsût, 1/237; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/126). Cemaatle kılınan namazlarda imam mukim ise cemaat misafir de olsa imama uyarak namazını tam olarak kılar. Arafat, Müzdelife ve Mina’da da hüküm aynıdır.
|
Her umre için mîkâta gitmek gerekir mi?
|
Bir kimsenin umresini tamamladıktan sonra yeni bir umre yapabilmek için tekrar Harem bölgesi hudutları dışına (hill bölgesine) çıkarak orada ihrama girmesi gerekir. Bu konuda en çok bilinen yer, Hz. Âişe Mescidi’nin bulunduğu Ten’îm’dir (Kâsânî, Bedâi‘, 2/167).
|
Âfâkîler Cidde’de ihrama girebilir mi?
|
Mîkâtın dışında kalan belde ve ülkelerde oturanlara “âfâkî” denir. Âfâkîlerden, hac veya umre yapmak maksadıyla Hicaz’a gidenler için geldiği bölge veya ülkeye göre ihrama girme yerleri bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından belirlenmiştir. “Mîkât” denilen bu yerler beş tanedir. İbn Abbas’ın (r.a.) şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s.), Medîneliler için Zülhuleyfe’yi, Şamlılar için Cuhfe’yi, Necidliler için Karnü’l-menâzil’i ve Yemenliler için Yelemlem’i mîkât olarak belirledi. Bunlar, belirtilen bölge veya ülke yönünden gelen diğer belde yolcuları için de mîkâttır.” (Buhârî, Hac, 7-13 [1524-1531]; Cezâü’s-sayd, 18 [1845]; Müslim, Hac, 11-18 [1181-1183]). Başka bir hadiste buna Iraklılar için “Zâtu ırk” ilave edilmiştir (Ebû Dâvûd, Menâsik, 8 [1739]; Nesâî, Menâsikü’l-hac, 19 [2653]). Eğer hac veya umre yolcusunun yolu, bu noktalardan geçmiyorsa yolcu, buraların hizalarında ihrama girer. Cidde, ulemanın cumhuruna göre Hill’den (mîkât içinden) sayılmaktadır (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/476). Buna göre âfâkîler Cidde’de ihrama giremez. İster deniz yoluyla ister hava yolu ile gelsinler, kuzey ve batı istikametinden gelenler Cuhfe hizasını geçmeden ihrama girmelidirler.
|
İhram namazının hükmü nedir?
|
İhrama giren kişinin iki rek'at ihram namazı kılması sünnettir. Şâyet kerâhet vakti ise ihram namazı kılınmamalıdır. Mîkât mahallinde unutularak kılınmaması hâlinde Mekke’ye geldikten sonra da kılınabilir. Bunun için maddî bir ceza gerekmez. İçinde bulunulan vaktin namazını kılmak da bu iki rek'at namazın yerine geçer. Bu namazın ilk rek'atında Fâtiha’dan sonra “Kâfirûn”, ikinci rek'atında ise “İhlas” sûrelerinin okunması faziletlidir (el-Fetâva’l-Hindiyye, 1/226).
|
İhramsız olarak Mekke’ye girmenin hükmü nedir?
|
Hanefî mezhebine göre ne maksatla olursa olsun, Şâfiî mezhebine göre ise hac veya umre yapmak amacıyla Harem bölgesine girmek isteyen kişinin, mîkâttan ihramlı geçmesi gerekir. Hac veya umreye giderken sebebi ne olursa olsun ihrama girmeksizin mîkât sınırından geçen kişi, henüz hac menâsikinden birine başlamadan önce geri dönüp âfâkîler için olan bir mîkât mahallinden ihrama girerek tekrar içeri girerse bir ceza gerekmez. Geri dönmezse, Hanefîler'e göre bulunduğu yerden ihrama girer ve bir koyun veya keçi kurban eder (Kâsânî, Bedâi‘, 2/164-165; Nevevî, el-Mecmû‘, 7/10-14). Buna "ceza hedyi" denir. Bu tür kurbanlar Harem sınırları içinde kesilmek kaydıyla, kurban bayramı günlerinde kesilebileceği gibi diğer günlerde de kesilebilir (Merğinânî, el-Hidâye, 1/181; Nevevî, el-Mecmû‘, 7/499).
|
Umre ihramına girdiği hâlde, tavaf ve sa’y yapmadan elbise giyen kişinin ne yapması gerekir?
|
Umre ihramına girdiği hâlde, henüz tavaf ve sa’y yapmadan bir gündüz veya gece süresince elbise giyen kişinin, öncelikle elbisesini çıkartıp ihram bezlerine bürünerek tavaf ve sa’yini yapması gerekir. Ancak ihramlı iken bir gündüz veya gece süresince elbise giymiş olduğu için küçükbaş hayvan kurban eder (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/488). Şâfiî mezhebine göre ise cezânın gerekmesi için bir günün veya gecenin geçmesi gerekmediğnden bu kişi küçükbaş hayvan kurban etme, üç gün oruç tutma veya altı fitre miktarı sadaka verme seçeneklerinden birini tercih edebilir (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/383; Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/358; Dimyâtî, Hâşiyetü İ‘âneti’t-tâlibîn, 2/365; İbn Kudâme, el-Muğnî, 5/381-382).
|
İhramlı kimsenin dikilmiş elbise veya iç çamaşırı giymesi durumunda ne yapması gerekir?
|
İhramlı kimsenin bir gündüz veya bir gece süresince dikilmiş elbise veya iç çamaşırı giymesi durumunda dem yani küçükbaş hayvan kurban etmesi gerekir. Giyim süresi bir gündüz veya bir geceden az olursa sadaka-i fıtır verir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/488). Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikî mezheplerine göre elbise giyen kişi, süresine bakılmaksızın dem, üç gün oruç ve altı fakire sadaka vermekten birisini seçmekte muhayyerdir. Cezânın gerekmesi için bir günün veya gecenin geçmesi gerekmez (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/383; İbn Kudâme, el-Muğnî, 5/381-382).
|
İhrama girmiş olan bir kişi hasta olduğu için tavaf ve sa’y yapmadan bir gün süreyle elbise giyerse ne yapması gerekir?
|
İhrama girdikten sonra hasta olduğu için en az bir gündüz veya bir gece elbise giyen kişi, iyileşir iyileşmez tekrar ihram bezlerine bürünerek tavaf ve sa’yini yapar. Bu durumdaki kişi bir küçükbaş hayvan kesmek, üç gün oruç tutmak veya altı fakire sadaka vermek seçeneklerinden birini tercih edebilir (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/164; Şirbînî, Muğnî’l-muhtâc, 2/294; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/300).
|
İhramdan çıkma aşamasına geldiği hâlde saç tıraşı olmadan elbise giyen kişiye ne gerekir?
|
İhramdan çıkmak için saç tıraşı olmak gerekir. İhramdan çıkma aşamasına geldiği hâlde saç tıraşı olmadan elbise giyen kişi, ihram yasağı işlemiş olur. Eğer elbise giymesi bir gündüz veya bir gece devam etmişse dem (koyun veya keçi kesmek); giyim süresi bir gün veya bir geceden az olursa bir fitre miktarı sadaka vermesi gerekir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/488). Şâfiî mezhebine göre küçükbaş hayvan kurban etme, üç gün oruç tutma veya altı fitre miktarı sadaka verme seçeneklerinden birini tercih edebilir (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/367-368, 383; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/429).
|
Hac için ihrama girdikten sonra hac menâsikinden hiçbirini yapmadan saç tıraşı olan kimsenin ne yapması gerekir?
|
Hac için ihrama girdikten sonra hac menâsikinden hiçbirini yapmadan tıraş olan kişi, tıraş olmakla ihramdan çıkmış olmaz; ihram yasağı işlemiş olur. Böyle bir kimse saçının tamamını veya en az dörtte birini tıraş etmişse, dem (koyun veya keçi kesmek); daha azını tıraş etmişse, sadaka-i fıtır gerekir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/549). İhrama girdikten sonra diğer hac veya umre görevlerine başlasın veya başlamasın vakti gelmeden önce yapılan bütün tıraşlar bu hükme tabidir. Şâfiî mezhebine göre ise saçından en az üç kıl koparmış veya tıraş etmişse küçükbaş hayvan kurban etme, üç gün oruç tutma veya altı fitre miktarı sadaka verme seçeneklerinden birini tercih edebilir (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/367-368, 371, 376; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/429).
|
İhramlı iken saç tıraşı olan veya kasık ya da koltuk altlarındaki tüyleri temizleyen kişiye ne gerekir?
|
Hanefî mezhebine göre, ihramlı iken saç veya sakalın en az dörtte birini tıraş eden, koltuk altlarından en az birini ya da kasıklardaki tüylerin tamamını temizleyen kişiye ceza olarak dem (bir koyun veya keçi kesmek) gerekir. Bunlardan daha azının tıraş edilmesi durumunda bir sadaka verilmesi yeterlidir (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/161-162). Şâfiî mezhebine göre ise en az üç kılın tıraş edilmesi halinde kişi; dem, üç gün oruç tutma veya altı fakire sadaka verme seçeneklerinden birini tercih edebilir (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/247, 367-368, 371, 376; İbn Kudâme, el-Muğnî, 5/381-382).
|
Tavaf nedir ve kaç çeşit tavaf vardır?
|
Bir hac terimi olarak tavaf, Hacer-i Esved’in hizasından başlanarak ve Kâ’be sola alınarak Beytullah'ın etrafında yedi defa dönmek demektir. Bu dönüşlerin her birine şavt denir. Tavafın, Kâ’be’nin etrafında yapılması gerektiği şu âyet-i kerîmeden anlaşılmaktadır: “Ve Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (el-Hac, 22/29). Hükmü itibarıyla farz, vacip, sünnet ve nâfile olmak üzere dört çeşit; yapılışı itibarıyla “kudüm”, “ziyaret”, “veda”, “umre”, “nezir”, “nâfile” ve “tahiyye” olmak üzere yedi çeşit tavaf vardır. Hükümleri ve isimleri farklı olsa da bu tavafların hepsinin yapılışları, farzları (şartları ve rükünleri), vacipleri ve sünnetleri aynıdır. Yapılışı itibarıyla tavaf çeşitleri şunlardır: a) Kudüm Tavafı: “Kudüm”, sözlükte bir yere gelmek veya varmak anlamına gelir. Bir hac terimi olarak, “ifrad haccı” yapanların Mekke’ye vardıklarında yaptıkları ilk tavaftır. Bu tavafın yapılması sünnettir. İfrad haccı niyetiyle ihrama giren ancak Mekke’ye uğramadan doğrudan Arafat’a çıkan kimseler ile Arafat vakfesinden önce âdetleri kesilmeyen kadınların kudüm tavafı yapmaları gerekmez. b) Ziyaret Tavafı: Ziyaret veya diğer adıyla ifâza tavafı, haccın rüknüdür. “Ve Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (el-Hac, 22/29) âyetinde kastedilenin, bu tavaf olduğu hususunda fakihler arasında görüş birliği vardır. Âyette geçen “tavaf etsinler” emri genel bir ifade olduğu için Mekkeli olan ve olmayan her hacı adayının mutlaka bu tavafı yapması gerekir. Ziyaret tavafının geçerli olması için; Arafat vakfesinin yapılmış olması ve belirlenmiş olan vaktinde yapılması şarttır. Ziyaret tavafının vakti, Kurban Bayramının ilk günü; Hanefî ve Mâlikî mezhebine göre fecr-i sâdıkın doğması ile Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise gece yarısından sonra başlar. Ancak bu tavafın bayramın birinci günü Akabe cemresi taşlanıp, kurban kesip tıraş olduktan sonra yapılması daha faziletlidir. Cumhura göre, ziyaret tavafının son vakti için bir sınırlama yoktur. Ömrün sonuna kadar yapılabilir. Tavaf etmeden memleketine dönen kişi, sonradan geri döner ve tavafını yaparsa ziyaret tavafı farzı yerine gelmiş olur ve bu gecikmeden dolayı da herhangi bir ceza gerekmez (Mâverdî, el-Hâvî, 4/192; Kâsânî, Bedâi‘, 2/132; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/408; Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-‘inâye, 3/85). Fakat ziyaret tavafını yapıncaya kadar cinsel ilişki yasağı devam eder. c) Veda Tavafı: Âfâkî (mîkât sınırları dışından gelen) hacıların Mekke’den ayrılmadan yapmaları gereken son tavaftır. Buna sader (ayrılma) tavafı da denir. Veda tavafı, haccın aslî vaciplerinden biridir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Sizden biri son olarak Kâbe’yi ziyaret etmeden ayrılmasın.” (Müslim, Hac, 379 [1327-1328]; bkz. Buhârî, Hac, 144 [1755]) buyurmuştur. Âdetli olup âdeti bitmeden Mekke’den ayrılmak zorunda olan veya lohusa olan kadınlar veda tavafı yapmazlar ve kendilerine bir şey gerekmez (Serahsî, el-Mebsût, 3/195; İbn Nüceym, el-Bahr, 2/377). d) Umre Tavafı: Umre tavafı bütün mezheplere göre umrenin farzlarından biridir. Umre tavafının vakti, umre ihramına girilmesinden sonra başlar. Son vakti için bir sınır yoktur. Umre ihramında iken herhangi bir vakitte yapılabilir. e) Nezir (Adak) Tavafı: Kâbe’yi tavaf etmeyi adayan kimsenin bu adağını yerine getirmesi vaciptir. Nezredilen tavaf belli bir zaman ile kayıtlanmış ise bu kayda uyulması gerekir. f) Nâfile Tavaf: Mekke’de bulunulan süre içinde farz ve vacip tavaflar dışında yapılan tavaflara nâfile (tatavvu) tavaf denir. Sahabeden Abdullah b. Abbas, tâbiînden Atâ b. Ebî Rebah, Said b. Cübeyr ve Mücâhid b. Cebr’in görüşlerine göre; Mekkeli olmayanların Mekke’de bulundukları süre içinde Mescid-i Haram’da nâfile namaz kılmaktan çok, nâfile tavaf yapmaları daha faziletlidir. Yine Mekkeli olmayanların Mekke’de bulundukları sürece nâfile umre yerine nâfile tavaf yapmayı tercih etmeleri uygun olur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/502). g) Tahiyyetü’l-mescid Tavafı: Kudüm, ziyaret, umre, veda ve nezir tavafı yapmak durumunda olmayan kimselerin Mescid-i Haram’a her gittiklerinde, mescidi selâmlama olarak “Tahiyyetü’l-mescid tavafı” yapmaları müstehaptır. Yukarıda sayılan tavaflardan birinin yapılması hâlinde bu tavaf, “Tahiyyetü’l-mescid tavafı” yerine de geçer (İbnü’l-Hümâm, Fethü'l-kadîr, 2/447).
|
Ziyaret tavafı ihramsız yapılabilir mi?
|
Ziyaret tavafı (farz olan tavaf) ihramlı olarak yapılabileceği gibi ihramsız olarak da yapılabilir.
|
Tavafın şavtlarının eksik yapılması durumunda ne gerekir?
|
Hanefîler'e göre tavafın ilk dört şavtı farz, kalan üç şavtı ise vaciptir. Dolayısıyla ilk dört şavtı yapan kimsenin tavafı geçerli olur. Daha sonra eksik kalan şavtlar usûlüne uygun olarak yapılırsa herhangi bir ceza gerekmez. Vacip olan bu üç şavt yapılmazsa, vacip terk edildiği için dem (koyun veya keçi kesmek) gerekir (Merğinânî, el-Hidâye, 1/162). Diğer üç mezhepte ise tavafı yedi şavta tamamlamak farzdır. Aksi takdirde yapılan tavaf geçersiz olur (İbn Cüzey, el-Kavânîn, 89; Şirbînî, Muġni’l-muhtâc, 2/245).
|
Tavaf esnasında abdesti bozulan kişinin ne yapması gerekir?
|
Tavaf esnasında abdestli olmak Hanefîler'e göre vacip, diğer mezheplere göre rükün yani farzdır. Hanefilere göre abdestsiz olarak tavaf yapan kişi, Mekke’den ayrılmamışsa tavafı iade etmesi icap eder, memleketine dönmüşse dem gerekir (Kâsânî, Bedâi‘, 2/130; Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/162). Tavaf esnasında abdesti bozulan kişi, tavafı bırakıp abdest alarak kaldığı yerden tavafa devam eder, dilerse tavafı baştan başlayarak yeniden yapabilir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/497-498). Diğer mezheplere göre ise abdestsiz yapılan tavaf geçersiz olup, bu şekilde yapılan tavaf mutlaka iade edilmelidir (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, 2/243).
|
Harem-i Şerif’e girip çıkarken veya tavaf yaparken eli bir kadına değen kimsenin abdesti bozulur mu?
|
Hanefî mezhebine göre kadın ve erkeklerin birbirlerine ellerinin değmesinden dolayı abdestleri bozulmaz (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/10). Şâfiî mezhebine göre ise bu durumda abdest bozulur. Ancak Şâfiî olanlar, bu konuda Hanefî mezhebini taklit edebilirler.
|
Umre tavafını yaparken abdesti bozulan, fakat abdestinin hangi şavtta bozulduğunu bilmeden hem tavafı hem de sa’yi tamamlayan kimsenin ne yapması gerekir?
|
Tavafın abdestli olarak yapılması ve sa’yin de muteber bir tavaftan sonra yapılmış olması gerekir. Abdestsizliğin hangi şavtta meydana geldiği bilinmediğinde abdestsizlik hâli ilk şavta hamledilir. Bu durumda kişi abdest alarak tavaf ve sa’yi iade eder. Tavafı iade etmediği takdirde Hanefîler'e göre dem; küçükbaş hayvan kesmesi gerekir. (Merğinânî, el-Hidâye, 1/163; Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/162) Şâfiî mezhebine göre ise abdestsiz yapılan tavaf geçersiz olduğundan dolayı tavafın ve sa’yin iadesi gerekir. (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, 2/243) Ancak abdestli olarak tavafı yaptıktan sonra abdesti bozulup o şekilde sa’y yapmışsa yapılan sa’y geçerlidir. Zira sa’yde abdestli olmak sünnettir.
|
Umre tavafını abdestsiz yapan veya yaparken abdesti bozulup yeniden abdest almadan tavafa devam edip tamamlayan kişinin ne yapması gerekir?
|
Tavafın abdestli olarak yapılması vâciptir. Umre tavafının tamamını veya bir kısmını, hatta bir şavtını cünüp, abdestsiz, lohusa veya âdetli olarak yapmak dem gerektirir. Ancak ihramdan çıkmadan abdestli olarak yeniden tavaf yapılması hâlinde ceza ortadan kalkar. (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/162) Şâfiî mezhebine göre ise abdestsiz yapılan tavaf geçersiz olup, bu şekilde yapılan tavaf mutlaka iade edilmelidir. (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, 2/243)
|
Umre veya ziyaret tavafı esnasında eli, burnu veya başka bir yeri kanayan bir Hanefî, o esnada Şâfiî mezhebini taklit edebilir mi?
|
Hanefî mezhebine mensup olan bir kişinin tavaf esnasında bir yerinin kanaması hâlinde abdesti bozulur. Bu durumda yapması gereken şey, tekrar abdest alıp kaldığı yerden veya baştan başlayarak tavafını tamamlamaktır. Şâyet umre veya ziyaret tavafına abdestsiz olarak devam edecek olursa kendisine bir dem; küçükbaş hayvan kesmesi gerekir; abdest alıp tavafı yeniden yaparsa ceza düşer. Hastalık, yaşlılık veya aşırı izdiham gibi sebeplerle yeniden abdest almanın zor olduğu durumlarda Hanefî olan kimse, Şâfiî mezhebini taklit ederek tavafına devam edebilir.
|
Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde tavaf namazı kılınabilir mi?
|
Hanefî mezhebine göre tavaf yapıldıktan sonra kerâhet vakti değilse ara vermeden tavaf namazı kılmak efdaldir. Mekruh vakitlerde ise daha sonraya tehir edilir (Haddâd, el-Cevhera, 1/69). Şâfiî mezhebine göre tavaf namazının kerâhet vaktinde kılınmasında hiçbir sakınca yoktur (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/57).
|
Tavaf, geri geri yürüyerek yapılırsa geçerli olur mu?
|
Tavaf geri geri yürüyerek yapılırsa iade edilmelidir. İade edilmezse Hanefîler'e göre bir dem; küçükbaş hayvan kesmesi gerekir. Şâfiî mezhebine göre ise bu şekilde yapılan tavaf geçerli olmaz; yeniden yapılması gerekir (Remlî, Nihâyetu'l-Muhtâc, 3/280). Bazı şavtlarda böyle yapılırsa bu şavtların iadesi yeterlidir.
|
Akabe cemresi bayramın ilk günü fecr-i sâdıktan önce taşlanabilir mi?
|
Akabe cemresini taşlamanın zamanı Hanefî mezhebine göre, bayramın birinci günü fecr-i sâdıktan itibaren başlar, ikinci gün fecr-i sâdığa kadar devam eder. Buna göre fecr-i sâdıktan önce yapılan taşlama geçerli olmayıp vakti içerisinde iadesi gerekir. Taşlar bu zaman diliminde atılmazsa dem (koyun veya keçi kesmek) gerekir. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed’e göre, vaktinde atılamayan taşlar, bayram sonuna kadar kaza olarak atılabilir ve bundan dolayı ceza da gerekmez (Serahsî, el-Mebsût, 4/64). Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise Akabe cemresine taş atma, arefe gününü bayramın birinci gününe bağlayan gece yarısından itibaren başlar, aynı gün güneşin batışına kadar devam eder. Bu zaman diliminde atılması gereken taşlar bayramın dördüncü günü güneş batıncaya kadar atılsa geçerli olur ve herhangi bir ceza da gerekmez (Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/307-308). Günümüzde, organizasyon gereklilikleri, yaşanan izdiham ve diğer zorluklar sebebi ile bu görüşle amel edilebilir.
|
Vaktinde atılamayan taşların kazası nasıl yapılır?
|
Şeytan taşlamada, her günün taşının kendi vakti içinde atılması esastır. Ancak herhangi bir sebeple vaktinde atılmayan taşların taş atma süresi içinde kaza edilmesi vaciptir. Taş atma süresi, bayramın dördüncü günü, güneşin batması ile son bulur. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik’e göre, vaktinde atılmayan taşlar, şeytan taşlama günleri içinde kaza edilse bile cezası düşmez. Mazeretsiz olarak şeytan taşlamayı tamamen terk etmek veya bir günde atılması gereken taşların yarıdan çoğunu atmamak İmam Ebû Hanîfe’ye göre dem gerektirir. Bir veya daha çok günün taşının atılması terk edilse bile hepsi için bir dem yeterlidir. Her gün için atılması gereken taşların yarıdan fazlası atılmış ise eksik bırakılan her bir taş için sadaka gerekir. İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, taş atma süresi içinde kaza edildiği takdirde cezası düşer (Serahsî, el-Mebsût, 4/64-65). Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise vaktinde atılmayan taşlar, bayramın dördüncü günü güneş batmadan önce atıldığı takdirde, kaza değil, eda sayılır. Bu gecikmeden dolayı ceza da gerekmez (Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/307-308).
|
Mazereti nedeniyle şeytan taşlamayı tamamlamadan Mekke’den ayrılmak zorunda kalan kimsenin ne yapması gerekir?
|
Hastalık, yaşlılık, kötürüm olmak, çok zayıf olup izdihamdan zarar görecek durumda olmak gibi mazereti nedeniyle şeytan taşlamayı tamamlamadan Mekke’den ayrılmak mecburiyetinde olmak ve benzeri durumlar meşru mazerettir. Bu tür mazereti olan kimseler taşlarını vekâleten başkalarına attırabilirler. Vekil olanlar, önce kendi taşlarını, daha sonra vekil olduğu kimselerin taşlarını atarlar (Nevevî, el-Mecmû‘, 8/243-245).
|
Hac ibadeti üzerine farz olan bir kimse, bu vazifesini yapmadan vefat ederse, varisleri bu durumda ne yapmalıdırlar?
|
Zengin olup da hacca gidemeden ölen bir kimse, bıraktığı maldan kendi yerine, hac yapılmasını vasiyet etse ve terekenin (ölenin bıraktığı mal) üçte biri bunun için yeterli ise varisleri tarafından bu vasiyet yerine getirilir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/605, 606, 609, 610). Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), haccetmeyi adayıp da haccedemeden ölen kadının yerine haccetmek isteyen kızına izin vermiştir (Buhârî, Cezâü’s-sayd, 22 [1852]). Böyle bir vasiyette bulunmamışsa, varislerinden herhangi birisi kendi malından onun adına hac yapabilir. Bu durumda ölenin hac borcunun düşmesi umulur (Semerkândî, Tuhfe, 1/426; Kâsânî, Bedâi‘, 2/213).
|
Vekâlet yoluyla hac yapılabilir mi? Şartları nelerdir?
|
Kendisine hac farz olmuş bir kimse sağlık, yaşlılık vb. bir sorun sebebiyle bizzat hacca gidemeyecek durumda olursa, başka birisini vekil (bedel) göndererek, vekâlet yoluyla hac yaptırabilir. Böyle kişilerin, hayatta iken birini vekil olarak göndermesi mümkün olduğu gibi mirasçılarına, ölümünden sonra kendi adına bedel haccı yaptırılmasını vasiyet etmeleri de mümkündür (Kâsânî, Bedâi‘, 2/212). Hz. Peygamber (s.a.s.), ölen yakınları veya yaşlı büyükleri yerine hac yapıp yapamayacaklarını soran kişilere, söz konusu yakınları için hac yapabileceklerini belirtmiştir (Buhârî, Hac, 1 [1513]; Cezâü’s-sayd, 22 [1852]; Eymân, 30 [6699]; Müslim, Hac, 407 [1334]). Bir kişinin kendi yerine vekil (bedel) göndererek hac yaptırabilmesi için şu şartların bulunması gerekir: a) Adına haccedilecek (vekil gönderen) kişiye, hac farz olmuş olmalıdır. b) Adına haccedilecek kişi vefat etmiş olmalı veya yaşlılık, iyileşme ümidi olmayan bir hastalık gibi sebeplerle, bizzat haccetmekten devamlı olarak âciz olmalıdır. c) Bedel gönderilecek kişi Müslüman, akıl sağlığı yerinde, ergenlik çağına ulaşmış bir kişi olmalıdır. d) Vekil gönderilen kişinin hac masrafı, gönderen tarafından karşılanmalıdır. e) Vekil için hac masrafları haricinde bir ücret şart koşulmamalıdır. f) Adına haccedilen kişi, kendisi için haccetmesini vekilden istemiş olmalıdır. İzin veya vasiyeti olmadan, bir kimse adına başkası tarafından yapılan hac ile o kimse üzerindeki hac borcu ödenmiş olmaz. Ancak mirasçının, mûrisi adına yaptığı hac, bu hükmün dışındadır. Ölmüş bulunan mûrisin vasiyeti bulunmasa bile, varisin onun adına yaptığı hac geçerlidir. g) Vekil, haccı bizzat kendisi yapmalıdır. h) Vekil, ihrama girerken sadece gönderen adına niyet etmelidir. i) Vekil, gönderenin isteğine uymalı, onun istediği haccı yapmalıdır. j) Vekil, gönderen adına yapılacak menâsiki tamamlamadıkça kendisi için umre yapmamalıdır (Kâsânî, Bedâi‘, 2/212-215; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/600). k) Vekil, müvekkilin memleketinden yola çıkmalıdır. Eğer vekil, hac yolculuğu esnasında ölürse ve vasiyet de ederse; bedelin İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, vefat ettiği yerden gönderilmesi gerekir. Ancak yerine haccedilmesini vasiyet eden kişinin miras bıraktığı malının üçte biri, memleketinden giderek hac yapmaya yetmiyorsa, istihsanen, terekenin üçte birinin yettiği yerden hac yaptırılır (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/524-526).
|
Hacca gitmemiş bir kimse, başkasının yerine vekil (bedel) olarak hacca gidebilir mi?
|
Daha önce hac yapmamış bir kişi, vekil (bedel) olarak hacca gidebilir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.), ölen yakınları veya yaşlı büyükleri yerine hac yapıp yapamayacaklarını soran kişilere, onların yerine hac yapabileceklerini belirtmesi ve vekil olarak gidecek kimsenin daha önce hac yapmış olması şartından bahsetmemesi, bu hükmü desteklemektedir (Buhârî, Hac, 1 [1513]; Cezâü’s-sayd, 22 [1852]; Eymân, 30 [6699]; Müslim, Hac, 407 [1334]). Bununla birlikte, hacca vekil olarak gönderilecek kimsenin, tecrübe edinmiş olması açısından daha önce hac yapmış bir kimse olmasını tercih etmek daha uygundur. Şâfiîlere göre ise daha önce hacca gitmemiş birisinin vekil olarak hacca gitmesi caiz değildir (Kâsânî, Bedâi‘, 2/213).
|
Bir kimse aynı yıl içinde hem kendisi için asaleten, hem de başkası için vekâleten hac yapabilir mi?
|
Bir sene içerisinde sadece bir hac yapılabilir ve bir hac, iki kişi adına geçerli olmaz. Dolayısıyla bir kimsenin aynı yıl kendi adına asaleten, başkası adına da vekâleten hac yapması geçerli değildir. Başkasından vekâlet alan kişi, kendisi için de hacca niyet ettiğinde, müvekkilinin emrinden çıktığı için vekâlet geçersiz hâle gelmiştir, kendisi için hac yapmış olur. Bu durumda müvekkilinden aldığı parayı iade etmesi gerekir (Kâsânî, Bedâi‘, 2/213-214).
|
Hac yapmaya sağlık nedeniyle gücü yetmeyen kişi, vekâleten hac yaptırmak yerine, bu parayı sadaka olarak vermekle hac sorumluluğundan kurtulur mu?
|
Farz ibadetlerde asıl olan, o ibadeti zamanında ve emredildiği şekliyle yapmaktır. Diğer bir ilke de kişinin bizzat kendisinin yapmasıdır. Ancak bazı ibadetler, bazı durumlarda vekâlet yoluyla yaptırılabilir. Hac ibadetini yapamayacak derecede sağlığı bozulan veya aşırı yaşlılık nedeniyle kendisi hacca gidemeyecek durumda olanlar kendi yerine haccetmesi için masraflarını karşılayarak vekil gönderebilirler. Fakat vekil gönderecek parayı fakirlere sadaka olarak vermekle veya bir hayır kurumuna yardım yapmakla hac görevini yerine getirmiş sayılmazlar. Böyle yapanın hac borcu düşmez, sadakasının sevabını alır (Merğinânî, el-Hidâye, 2/483).
|
Hacca bedel gönderilirken, vekilin, bedel gönderen kişinin kendi memleketinden gitmesi şart mıdır? Mekke veya Medine’de yaşayan biri vekil olarak tutulabilir mi?
|
Nasıl ki vekil gönderen kişi hac yapsaydı kendi memleketinden giderek hac yapacak idiyse, vekil olarak gidenin de vekil gönderenin memleketinden gitmesi gerekir. Dolayısıyla vekil gönderen kişi, yer belirlemeden, “Benim adıma hac yap.” demişse veya kendisine hac farz olduğu hâlde gidemeyip, “Benim için hac yapılsın.” diye vasiyet etmiş ise bu, “memleketimden hac yapılsın.” şeklinde anlaşılır. Eğer kişi, hac yolculuğu esnasında ölürse ve vasiyet de ederse; bedelin İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, vefat ettiği yerden gönderilmesi gerekir. Ancak yerine haccedilmesini vasiyet eden kişinin miras bıraktığı malının üçte biri, memleketinden giderek hac yapmaya yetmiyorsa, istihsanen, terekenin üçte birinin yettiği yerden hac yaptırılır (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/524-526). Mekke veya Medine’den vekil tutulması konusu da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
|
Arafat’tan önce komada olup ölmek üzere olan hacı adayı için bulunduğu yerden vekil tayin edilebilir mi?
|
İyileşme ve komadan çıkma ümidi kalmamış hastalar adına varisleri bulunduğu yerden vekil tayin edebilir.
|
Bedel hac için gelen kimse hangi hacca niyet etmelidir?
|
Vekil, gönderen kişinin (müvekkilin) belirlediği hacca niyet etmelidir. Müvekkil, hac çeşitlerinden birini belirtmeksizin, sadece “hac yapmasını” söylemiş ise; vekil ifrad haccına niyet etmelidir, “dilediğini yap” diyerek serbest bırakmış ise dilediğine niyet edebilir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 4/14-18).
|
Temettu haccı yapmak üzere vekil olan kimse, umreyi kendisi için yaparsa ne gerekir?
|
Vekil olarak gönderilen kişi, önce müvekkilin verdiği görevi yapmalı, gönderenin şartlarına muhalefet etmemelidir. Muhalefet etmesi hâlinde haccına devam eder ve dönüşte, aldığı parayı iade eder; haccı da kendi adına yapmış olur (Kâsânî, Bedâi‘, 2/212-215). Temettü haccı umre ile haccın birlikte yapıldığı bir ibadet olduğuna göre vekil umreyi kendi adına yaparsa artık bu haccı kendisi için yapmış olur; müvekkilin parasını iade etmesi gerekir. Ancak vekil olan kişi hac menâsikini tamamladıktan sonra ilave masrafları kendisi karşılaması şartıyla dilerse kendi adına umre yapabilir.
|
Vekil olarak hacca giden kişi kendi adına udhiye kurbanı kesmeli midir?
|
Mekke dışından hacca gelen kimseler, ister kendi adlarına isterlerse vekil olarak hac yapıyor olsunlar, udhiye kurbanı dediğimiz Kurban Bayramına mahsus kurbanı kesmekle mükellef değildirler (Kâsânî, Bedâi‘, 5/63). Ancak nâfile olarak udhiye kurbanı kesmek isteyen hacılar, bu kurbanı Mekke’de kesebileceği gibi memleketlerinde de kestirebilirler.
|
Mescid-i Nebevî’de kırk vakit namaz kılmanın hükmü nedir?
|
Hac ve umre ziyareti için Medine-i Münevvere’de kalınan süre içinde beş vakit namazın Mescid-i Nebevî’de kılınmasına özen gösterilir. Hz. Peygamber, Mescid-i Nebevî’de kılınacak bir namazın, Mescid-i Haram hariç diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletli olduğunu bildirmiştir (Buhârî, Fazlü’s-salât, 1 [1190]; Müslim, Hac, 505-506 [1394]). Halk arasında Medine’de sekiz gün kalıp kırk vakit namaz kılmanın gerekli olduğu kanaati yaygın hâle gelmiştir. Bu kanaatin dayanağı, sıhhati tartışmalı olmakla birlikte, Hz. Peygamber’den (s.a.s.) rivâyet edilen şu hadistir: “Kim benim şu mescidimde, bir tek vakti geçirmeksizin kırk vakit namaz kılarsa, kendisi için cehennemden berat ve azaptan kurtuluş yazılır. O kişi nifaktan da uzak olur” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/155 [12605]). Hadis âlimleri, gerek senet gerekse metin açısından bu rivâyetin sıhhatinin tartışmalı olduğunu ifade etmişlerdir (bkz. Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’z-zaʿîfe, 1/540-541 [364]; Rifâ‘î, el-Ehâdîsü’l-Vâride fî Fezâili’l-Medîne, 435-436). Fıkıh eserlerinde de hacı adaylarının Mescid-i Nebevî’de kırk vakit namazı ihmal etmemeleriyle ilgili vurgulu hükümler yer almamıştır. Bu bağlamda kırk vakit namaz konusuyla ilgili şu hadisin metin itibarıyla daha sahih olduğu bilinmektedir: “Kim ilk tekbire yetişmek kaydıyla kırk gün cemaatle namaz kılarsa o kimse için iki şeyden beraat gerçekleşir: Cehennem ateşinden ve nifaktan.” (Tirmizî, Salât, 64 [241]). Buna göre Medine’de kalış zamanı yeterli olan kişilerin, sayı hesabı yapmaksızın Hz. Peygamber’in (s.a.s.) mescidinde, onun Ravza’sının yanında cemaatle namaz kılmaya devam etmeleri yerinde bir davranış olacaktır. Fakat organizasyon açısından daha kısa süre kalmak zorunluluğu doğarsa, bu da anlayışla karşılanmalı ve kırk vakit kılamamanın bir eksiklik olacağı zannedilmemelidir. Zira Mescid-i Nebevî’de kırk vakit namaz kılmak, haccın ne farzı ne vacibi ne de sünnetidir. Dolayısıyla haccın tamamlanmasının bu namazlara bağlanmaması gerekir.
|
Peygamberimizin (s.a.s.) kabr-i saâdetini ziyaret etmek ve Ravza-i Mutahhara’da namaz kılmak haccın menâsikinden midir?
|
Hac ve umre için kutsal topraklara giden Müslümanların Medine-i Münevvere günlerinde Allah Resûlü’nün (s.a.s.) kabr-i saâdetini ziyaret etmesi ve Mescid-i Nebevî’de namaz kılması, Peygamber sevgisini ve ona bağlılığı kuvvetlendirmenin önemli bir vasıtasıdır. Bu itibarla Medine-i Münevvere’de kalınan süre içinde beş vakit namazın Mescid-i Nebevî’de kılınmasına özen gösterilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), “Evimle minberimin arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir.” (Buhârî, Fadlu’s-salâti fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne, 5 [1196]; Müslim, Hac, 502 [1391]; Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/534 [10921]; 6/289 [2651]; Nesâî, Mesâcid, 7 [696]) buyurmuş ve Mescid-i Nebevî’de kılınacak bir namazın Mescid-i Harâm hariç diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletli olduğunu bildirmiştir. (Buhârî, Fazlü’s-salât, 1 [1190]; Müslim, Hac, 505-506 [1394]) Bu fazilet, Mescid-i Nebevî’nin sadece Ravza-i Mutahhara kısmına has olmayıp mescidin tamamına şamildir. Nitekim Hulefâ-yi Râşidîn döneminden beri Mescid-i Nebevî, defalarca genişletilmiş ve müminler asırlardır bu genişletilen yerlerde aynı ihtimamla namaz kılmaya devam edegelmişlerdir. Kabir ziyareti ve özellikle Peygamberimizin (s.a.s.) kabrini ziyaret konusunda birçok hadis bulunmaktadır. (Muvatta’, Tahâret, 28, Müslim, Cenâiz, 102 [974]; Beyhakī, Sünen-i Kübrâ, 5/403 [10273-10274]; Şuabü’l-îmân, 6/46 [3855]; Dârekutnî, es-Sünen, 3/333 [2693]; 6/474 [2727]) Bu rivayetleri değerlendiren İslâm âlimleri, Resûlullah’ın (s.a.s.) kabr-i saâdetini ziyaret etmenin en faziletli menduplardan olduğunu ifade etmişlerdir. (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/175) Buna göre Medine’de bulunan kimseler, mümkünse Peygamberimizin Ravza’sında, imkân olmaması hâlinde Mescid-i Nebevî’nin herhangi bir yerinde namaz kılarlar ve Peygamberimizin (s.a.s.) kabr-i saâdetini ziyaret ederler. Fakat bilinmelidir ki Ravza-i Mutahhara’da namaz kılmak ve Allah Resûlü’nün (s.a.s.) kabrini ziyaret etmek, haccın veya umrenin farzı, vâcibi veya sünnetlerinden biri değildir. Dolayısıyla haccın veya umrenin tamam olması Mescid-i Nebevî’de namaz kılmaya veya Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kabr-i saâdetini ziyaret etmeye bağlanamaz. Bu itibarla bunları yapmadan Medine’den ayrılmak durumunda kalanların, hac veya umre ibadetlerinde herhangi bir eksiklik olmaz.
|
Hac ve umre görevlerini yaparken belli duaları okumanın hükmü nedir?
|
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen veya Hz. Peygamber (s.a.s.) ile sahabeden rivâyet edilegelen duaları okumak, yerinde ve daha uygun olsa da bu duaları aynen okumak zorunlu değildir. Arzu edenler bu dualardan yararlanabileceği gibi önceden bildiği ve devam etmekte olduğu duaları da okuyabilirler. Arapça okumayı bilmediği için kitaplarda yer alan duaları telaffuz edemeyen veya telaffuzda güçlük çekenler, okumak istedikleri duanın tercümesini de okuyabilirler. Esasen kişinin Yüce Yaratıcıya gönlünü açıp yakarmasında en güzel yol, içinden geldiği gibi dua etmesidir.
|
Hacca giderken helallik almanın dinî hükmü nedir?
|
Dinimiz, kul haklarına çok önem vermiş ve inananların bu haklara karşı duyarlı ve saygılı olmalarını emretmiştir. Ayrıca kul hakkı ihlalinde, hakkı ihlal edilen kişi affetmedikçe, hiç kimse tarafından affedilemeyeceği de belirtilmiştir. Veda Hutbesi’nde Resûlullah (s.a.s.), “Ey insanlar! … Sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, bu beldeniz içinde, bu ayınızda, bu gününüzün haramlığı gibi Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır)…” (Buhârî, Hac, 132 [1739, 1741]) buyurmuştur. Resûlullah (s.a.s.) ayrıca şöyle buyurmuştur: “Kimin yanında kardeşine ait bir hak varsa, o haksızlıktan dolayı hak sahibiyle helalleşsin. Gerçek şu ki, (kıyamette) asla dinar ve dirhem (altın ve gümüş) yoktur. Kardeşinin hakkı için kendi sevaplarından alınmadan evvel, (dünyada) onunla helalleşsin. (Ahirette) zalimin (o hakkı karşılayacak) sevapları bulunmazsa, kardeşinin günahlarından alınır da o zalimin üzerine atılır.” (Buhârî, Rikâk, 48 [6534]; Mezâlim, 10 [2449]). Bu ve benzeri gerekçeler nedeniyle hacca giden kişinin yolculuğa çıkmadan önce çevresindekilerle ve hukuku olan kimselerle helalleşmesi, haccın adabından sayılmıştır. Ancak helalleşme, haccın sıhhatinin şartlarından olmadığı için helalleşmeden hacca giden kişinin haccı geçerlidir.
|
Hac yapan kimsenin bütün günahlarının affedileceğine dair rivayetler sahih midir?
|
Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim Allah için hacceder de (Allah’ın rızasına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, annesinden doğduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.” (Buhârî, Hac, 4 [1521]; Müslim, Hac, 438 [1350]) buyurmaktadır. Bu hadis muteber hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bu ve benzeri hadisleri gerçek anlamında anlamak mümkün olduğu gibi hac ibadetinin önem ve faziletini vurgulamak ve bu vecibeyi ifaya teşvik olarak değerlendirmek de mümkündür. Bir başka hadiste; “Hacılar ve umre yapanlar Allah’ın (evinin) ziyaretçileridir. Kendisine dua ederlerse dualarına icabet eder, O’ndan bağışlanma dilerlerse onları bağışlar.” (İbn Mâce, Menâsik, 5 [2892]) buyrulmaktadır. Benzer ifadeler başka ibadetlerle ilgili olarak da kullanılmıştır. Mesela “Beş vakit namaz, cumadan cumaya (kılınan cuma namazı), Ramazan’dan Ramazan’a (tutulan Ramazan orucu), büyük günahlardan uzak kalındığı sürece, arada işlenen küçük günahların bağışlanmasına vesiledir.” (Müslim, Tahâret, 16 [233]); “Her kim Ramazan’ı (farz olduğuna) inanarak ve ecrini de umarak oruçla geçirirse, daha önce işlediği günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân, 28 [38]; Savm, 6 [1901]; Fazlu leyleti’l-kadr, 1 [2014]; Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 175 [760]) buyrulmuştur. Bu hadislerden anlaşılması gereken; -namaz, oruç, zekât gibi farzları terk etmek; içki, kumar, zina, hırsızlık, adam öldürme gibi haramları işlemek anlamına gelen büyük günahlardan uzak kalındığı sürece- küçük günahların belirtilen iyi ameller vesilesiyle affedileceğidir. Kişilerin namaz, oruç, zekât borçlarını kaza etmeden, kul haklarını ödemeden veya helalleşmeden bir hac yapmakla tamamen günahsız olacağını düşünmek, çok da doğru görünmemektedir. Ayrıca büyük günahlar ancak tövbe ve istiğfarla bağışlanabilir.
|
Mekke ve Medine’nin kutsallığına inanarak oralardan toprak veya taş getirmenin bir sakıncası var mıdır?
|
Mescid-i Haram, Meş’ar-i Haram, Arafat başta olmak üzere Mekke, hac ile ilgili rükün ve şartların ifa edildiği yerler olması bakımından Müslümanların gönlünde belli bir kutsallığa sahiptir. Bu kutsallık o bölgelerin taşına, toprağına, bitkisine ve hayvanına değil; bizzat mekânların kendisine aittir. Dolayısıyla Hicaz’dan teberrük amacıyla toprak veya taş getirmenin herhangi bir dayanağı yoktur (Serahsî, el-Mebsût, 30/161). İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu bunu doğru bulmamış ve bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/454-455).
|
Hacer-i Esved’in selamlanması ve öpülmesinin hikmeti nedir? Bunların yapılmaması ibadete halel getirir mi?
|
Hacer-i Esved’i selâmlama ve öpmenin meşruiyeti Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ve ashâb-ı kirâmın uygulamalarıyla sabittir (Buhârî, Hac, 60 [1610-1611]; Müslim, Hac, 249-250 [1270]). Fıkıh âlimleri, bu uygulamalara dayanarak tavaf sırasında Hacer-i Esved’i sünnete uygun şekilde ziyaret etmenin (istilâm), ona el ile dokunup öpmenin sünnet olduğu konusunda görüş birliği içindedirler (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, 1/340; Cezîrî, el-Mezâhibü’l-erbe‘a, 1/592). Hacer-i Esved’i istilâm ederken tekbir getirilmesi de aynı gerekçe ile müstehap sayılmıştır (Buhârî, Hac, 62 [1613]). Tavaf esnasında Hacer-i Esved’e dokunulması ve onun öpülmesi yönündeki rivâyetlerden, bu taşın kutsallığı sonucunu çıkararak bu uygulamayı bizzat Hacer-i Esved’e karşı bir saygı ifadesi olarak görmek doğru değildir. Hac ibadetindeki birçok şekil ve merasim gibi bunun da Hz. İbrahim’in (a.s.) ve Resûl-i Ekrem’in (s.a.s.) hatırasını canlandırma, haccı önemsemeyi ve Allah’ın bu konudaki emrine boyun eğmeyi vurgulama, kulluk ve itaat gibi ruhî ve derunî hâlleri, zahirî bazı davranışlarla ifade etme gibi sembolik ve taabbüdî bir anlam taşıdığı söylenebilir. Hacer-i Esved’le ilgili olarak Hz. Ömer’in “Allah’a andolsun ki senin zarar veya fayda vermeyen bir taş olduğunu biliyorum; eğer Resûlullah’ı (s.a.s.) seni istilâm ediyor görmeseydim ben de seni istilâm etmezdim.” (Buhârî, Hac, 57 [1605]; Müslim, Hac, 248-251 [1270]) şeklindeki sözü de bu yaklaşımı desteklemektedir. Tavaf mahalli tenha olur ve Hacer-i Esved’e yaklaşmak mümkünse öpülür; öpme imkânı bulunamaması hâlinde bu sünnet uzaktan eller kaldırılıp, “Bismillahi Allahu ekber” denilerek selâmlamakla yerine getirilmiş olur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/493). İzdiham olması hâlinde Hacer-i Esved’i öpmek için başkalarına eziyet etmek, kadın erkek sıkışık hâlde bulunmak caiz değildir. Hacer-i Esved’e dokunamamak hiçbir surette tavafta bir eksikliğe sebep olmaz.
|
İfrad haccı ne demektir ve nasıl yapılır?
|
İfrad haccı, aynı yılın hac mevsimi içinde umre yapılmaksızın eda edilen hacdır. İfrad haccı yapmak isteyen kişi, hac mevsimi içinde; Mekke’de ikamet ediyorsa, bulunduğu yerde, mîkât dışından geliyorsa mîkâtta sadece hacca niyet ederek ihrama girer. Mekke’ye varınca kudüm tavafını yapar, ihramdan çıkmaz. Arafat ve Müzdelife vakfelerini yapıp bayram günü Akabe cemresine taş atar, sonra tıraş olup ihramdan çıkar. Daha sonra ziyaret tavafını ve sa’yi yapar, cemrelere taş atar. İfrad haccı yapan kimsenin kurban kesmesi gerekmez (Zeylaʿî, Tebyînu'l-Hakâîk, 2/3).
|
Temettu haccı ne demektir ve nasıl yapılır?
|
Temettu haccı, aynı yılın hac mevsiminde, önce umre yapıp ihramdan çıktıktan sonra yeniden hac için ihrama girilerek yapılan hacdır. Temettu haccı yapmak isteyen kişi, mîkâtta veya daha öncesinde umreye niyet ederek ihrama girer, Mekke’ye vardıktan sonra umre yapar. Sonra tıraş olup ihramdan çıkar. Böylece umresi tamamlanmış olur. Arefeden önce hac için ihrama girer. Haccını eda ettikten sonra ihramdan çıkar. Temettu haccı yapanların şükür kurbanı kesmesi vaciptir (Merğinânî, el-Hidâye, 1/153).
|
Kıran haccı ne demektir, nasıl yapılır?
|
Kıran haccı, aynı yılın hac mevsiminde umre ve haccın ikisine birden niyet edilip ihrama girilerek tek ihramla yapılan hacdır. Kıran haccı yapmak isteyen kişi, mîkâta varınca veya daha varmadan umre ve haccın her ikisine birden niyet ederek ihrama girer. Umreyi yaptıktan sonra, ihramdan çıkmayıp, aynı ihramla haccı da eda eder, sonra ihramdan çıkar. Kıran haccı yapanların şükür kurbanı kesmesi vaciptir (Merğinânî, el-Hidâye, 1/152 vd.; Aynî, el-Binâye, 4/245).
|
Temettu haccı yapacak kişinin, umreyi yapıp ihramdan çıktıktan sonra hac ihramına girinceye kadar başka bir umre yapması caiz midir?
|
Temettu haccı yapan kişinin, hacdan önce yaptığı ilk umreden sonra umre yapamayacağını söyleyen fakihler varsa da bazı Hanefî eserlerinde, Kurban Bayramı günleri dışındaki diğer günlerde umre yapmanın caiz olduğu hükmüne istinaden, temettu haccı yapan bir kişinin, ihramdan çıktıktan sonra nâfile tavaf yapabileceği gibi umre de yapabileceği belirtilmektedir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/535).
|
Kudüm tavafını yapan kişi, ifrad haccını temettu veya kırana çevirebilir mi?
|
Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlerin de içinde bulunduğu çoğunluğa göre, ifrad haccına niyet eden ve kudüm tavafını yapan kişi bu haccını temettu veya kırana dönüştüremez. Hanbelî mezhebine göre ise bu durumdaki kişi haccını temettu veya kırana dönüştürebilir (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, 1/333, 335).
|
Kıran haccına niyet eden kişi, tavaf ve sa’y yapmadan niyetini değiştirip temettu haccına dönüştürebilir mi?
|
Hanefî, Şâfiî ve Mâlikî mezheplerine göre kıran haccına niyet eden kişi bu haccını temettu haccına dönüştüremez. Hanbelî mezhebine göre ise dönüştürebilir (bkz. İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, 1/333, 335).
|
Temettu haccı için umreye niyet eden kişi, haccını kırana dönüştürebilir mi?
|
Hanefî mezhebine göre, umre için ihrama giren kişi, tavafın en az dört şavtını yapmadan hacca da niyet ederse haccı kırana dönüşmüş olur. Ancak dört şavt yaptıktan sonra hacca da niyet ederse niyeti geçersiz olup haccı temettu olarak devam eder (Zeylaî, Tebyîn, 2/74). Şâfiî mezhebine göre, umre niyetiyle ihrama giren bir kimse henüz tavafa başlamadan hacca da niyet edebilir ve bu durumda yaptığı hac kıran haccına dönüşür. Ancak bir adım bile olsa tavafa başlamışsa bu durumda ayrıca hac için niyet edemez. Ettiği takdirde bu niyeti geçersiz olur (Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/323). Mâlikî mezhebine göre ise temettu haccına niyet eden kişi, ihramdan çıkmadan önce niyetini değiştirip kıran haccına dönüştürebilir (Karâfî, ez-Zehîra, 3/289).
|
Temettu veya kıran haccına niyet eden bir kimse kurban kesme imkânına sahip olduğu hâlde bunun yerine oruç tutabilir mi?
|
Temettu veya kıran haccına niyet eden bir kimse kurban kesme imkânına sahip olduğu hâlde bunun yerine oruç tutamaz. Kurban kesme imkânı bulamayıp oruç tutmuş olan bir kimse "eyyam-ı nahr" denilen kurban kesme günlerinde bu imkânı elde ederse, ayrıca kurban kesmesi de gerekir. Eyyam-ı nahrdan veya tıraş olduktan sonra bu imkânı elde ederse; orucu yeterli olup kurban kesmesi gerekmez (Kâsânî, Bedâi‘, 2/173).
|
Hacc-ı ekber ve hacc-ı asğar ne demektir?
|
“Hacc-ı ekber” ifadesi Kur’ân-ı Kerîm’de, “Hacc-ı ekber gününde, Allah ve Resûlü’nden bütün insanlara bir bildiridir.” (et-Tevbe, 9/3) şeklinde geçmektedir. Bu âyetteki hacc-ı ekberin hangi anlamda olduğu konusunda farklı görüşler vardır (Kur’ân Yolu, 2/724). Genel kabul gören görüşe göre, hac mevsimi dışında Kâbe’ye yapılan ziyarete (umreye) hacc-ı asğar; hac mevsiminde yapılan ziyarete de hacc-ı ekber denir. Bayramın birinci gününe de “hacc-ı ekber” denilir (Zeylaî, Tebyîn, 2/33). Hz. Ali (r.a.), “Resûlullah’a (s.a.s.) 'el-haccü’l-ekber hangi gündür?' diye sordum; ‘Bayramın ilk günüdür.’ buyurdular.” demiştir (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 10 [3088]). Halk arasında ve bazı kaynaklarda arefe günü veya Kurban Bayramının birinci gününün cumaya rastladığı dönemde yapılan hacca, “hacc-ı ekber” denildiğine dair bir anlayış vardır. Ancak bunun güçlü bir dayanağı yoktur.
|
Veda haccı ve veda hutbesi nedir?
|
Veda haccı, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye hicretinin 10. yılında (632) yapmış olduğu ilk ve son haccıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.), yüz bini aşan sahabîye bu hac sırasında yaptığı konuşma ile veda etmiş, İslâm’ın temel ibadetlerinden biri olan hac ibadetinin yapılış şeklini öğretmiştir. Hac sırasında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ashabına yaptığı tarihî konuşmasına “veda hutbesi” denir. Temel hak ve hürriyetler açısından, çok önemli olan bu hutbe, hadis kitaplarında bölümler hâlinde nakledilmiştir (Buhârî, Hac, 132 [1739-1742]; Müslim, Hac, 147 [1218]). İslâm tarihi kaynakları, hadis kaynaklarından bu rivâyetleri tek metin şeklinde aktarırlar (İbn Hişâm, es-Sîre, 2/601-604). Hz. Peygamber (s.a.s.), İslâm’ın özeti olarak sunduğu veda hutbesiyle; câhiliye devrine ait bütün kötü âdet ve gelenekleri yıkmıştır. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili hükümleri bildirmiştir. Bütün insanların Hz. Âdem’in çocukları olduğunu ifade ederek evrensel insan haklarına işarette bulunmuştur. Irk, renk ve sınıf üstünlüğünü reddederek, tüm insanlığa rehber olacak örnek bir eşitlik anlayışını tarihe kaydetmiştir. Zinanın ve aile hayatına zarar verecek her şeyin yasaklandığını haber vermiştir. Aile hayatında erkek ve kadının birbirlerine karşı hak ve vazifelerinin bulunduğunu, kadınlara iyilik ve şefkatle muamele edilmesi gerektiğini açıklamıştır. Ekonomik ve sosyal hayatı felce uğratan fâizin haram kılındığını, her türlü kan davasının kaldırıldığını ilan etmiştir. Vasiyet, borç ve kefâlet, takvim düzeni hakkındaki hükümlerle birlikte; nesebin öz babadan başkasına nispet edilmesinin kötülüğünü ifade etmiştir. Herkesin can, mal ve haysiyetinin her türlü tecavüzden korunduğunu, her türlü haksızlığın yasaklandığını ve cezaların şahsî olduğunu belirtmiştir. Kısaca, önemli dinî kuralları, temel hak ve görevleri, duygusal, etkili ve veciz bir şekilde orada bulunan insanlara öğütleyerek, kendilerine emanet olarak bıraktığı Kur’ân ve Sünnet’e sarıldıkları müddetçe sapıklığa düşmeyeceklerini müjdelemiştir. En sonunda orada hazır bulunanların, dinlediklerini başkalarına aktarmalarını istemiştir (İbn Hişâm, es-Sîre, 2/602-604).
|
Temettu haccı yapan kişi, umresini tamamlayıp ihramdan çıktıktan sonra hac ihramına girmeden nâfile bir tavafın ardından haccın sa’yini yapabilir mi?
|
Temettu haccı yapanlar mikatta sadece umreye niyet ettikleri için umrenin sa’yini tamamlayınca, tıraş olup ihramdan çıkarlar. Tekrar hac için ihrama girinceye kadar Mekke’de ihramsız kalırlar. Zilhicce ayının sekizinci (terviye) günü veya isterlerse daha önce hac için tekrar ihrama girerler. Hac için ihrama girdikten sonra yapacakları nâfile bir tavafı takiben isterlerse hac sa’yini Arafat’a çıkmadan önce yapabilirler. Bu takdirde, ziyaret tavafından sonra sa’y yapmaları gerekmez. Ancak bu kişiler, hac için ihrama girmeyip ihramsız bir şekilde yaptıkları nâfile tavaflardan sonra sa’y yapamazlar. Yaptıkları takdirde de bu sa’y, haccın sa’yi yerine geçmeyeceğinden bu kişilerin ziyaret tavafından sonra yeniden sa’y yapmaları gerekir (Haddâd, el-Cevheretü’n-neyyira, 1/165; İlmihal I: İman ve İbadetler, 536).
|
Hacda kurban kesmeden önce saç tıraşı olana ceza gerekir mi?
|
Hacda Akabe cemresine taş atmak, kurban kesmek ve saç tıraşı olmak arasında sırayı gözetmenin hükmü ihtilaflıdır. Bu sıraya uymak İmam Ebû Hanîfe’ye göre vaciptir, dolayısıyla sıralamanın bozulması, dem gerektirir. İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve diğer mezhep imamlarına göre ise sünnettir. Bu sıraya uyulmaması hâlinde herhangi bir ceza gerekmez (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/154). Günümüzdeki zorluklar dikkate alındığında bu görüşle amel etmenin uygun olacağı söylenebilir.
|
Umrenin tavaf ve sa’yini tamamlayan ancak henüz tıraş olup ihramdan çıkmadan önce cinsel ilişkide bulunan eşlere ne gerekir?
|
Umrenin tavaf ve sa’yini yaptıktan sonra henüz tıraş olup ihramdan çıkmadan önce cinsel ilişkide bulunan eşlerin umresi geçerli olur. Ancak ceza olarak her birisine ayrı ayrı bir dem; küçükbaş hayvan kesmesi gerekir (el-Fetâva’l-Hindiyye, 1/245).
|
İhram yasaklarının ihlali sebebiyle verilmesi gereken sadakaların Harem dışında ödenmesi caiz midir?
|
Hanefî mezhebine göre, ihram yasaklarının ihlali sebebiyle verilmesi gereken sadakaların Harem’de ödenmesi daha faziletli olmakla birlikte Harem dışında ödenmesi de caizdir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/558). Şâfiî mezhebine göre ise bu sadakaların Harem bölgesinde ödenmesi zorunludur (Dimyâtî, İânetü’t-Tâlibîn, 2/368-370).
|
Kurban bayramının Suudi Arabistan’da Türkiye’den önce veya sonra başlaması halinde yapılan hac ibadeti geçerli olur mu?
|
Kur’ân-ı Kerîm’de güneş ve ayın bir hesaba göre hareket ettiği (er-Rahmân, 55/5), bunların diğer fonksiyonlarının yanında aynı zamanda birer hesap ölçüsü de kılındığı (el-En'âm, 6/96), yılların sayısını ve hesabı bilmemiz için aya menziller tayin edildiği (Yûnus, 10/5), gökler ve yer yaratıldığı zaman on iki ay meydana gelecek şekilde bir nizam konduğu (et-Tevbe, 9/36), ayın, yeryüzünden hilal şeklinde başlayıp kademe kademe farklı şekillerde görülmesinin insanlar ve hac için vakit ölçüleri olduğu (el-Bakara, 2/189) belirtilmektedir. Fakihlerin çoğunluğuna göre; kamerî aylar, ayın güneş battıktan sonra, yeryüzünün herhangi bir yerinden hilal hâlinde çıplak gözle görülmesi veya görülebilecek durumda olmasıyla başlar. Günümüzde ayın hilal hâlinde nerede ve ne zaman görülebileceği, hatasız olarak, hesapla tespit edilebilmektedir. Yurdumuzda ve İslâm ülkelerinin çoğunda hesaplamalar, hilalin dünyanın neresinde olursa olsun görüleceği dikkate alınarak yapılmakta ve takvimler bu hesaplamalara göre düzenlenmekte; bayramlar da buna göre belirlenmektedir. Bazı İslâm ülkeleri ise kamerî aybaşlarının tespitinde, ayın hilal şeklinde gökyüzünde görülebilecek hâlde bulunması zamanını değil, kavuşum anını (ayın her dolanmasında bir kez güneş, ay ve dünyanın aynı doğrultuya gelmesi/içtima) esas almaktadırlar. Ayrıca kimi ülkeler, ihtilâf-ı metâli’a itibar etmekte yani hilalin dünyanın herhangi bir yerinde görülmesini veya görülebilirliğini değil, kendi ülkelerinde görülebilirliğini dikkate almaktadırlar. İslâm âleminde zaman zaman bizden bir gün önce veya bir gün sonra bayram yapan ülkelerin bulunması bu sebepledir. Bu tür ictihad farklılığından doğan farklı uygulamalar kimsenin ibadetine zarar vermez. Bu nedenle de Suudi Arabistan’da bulunanlar o günlerde bu ülkenin uygulamalarına göre hareket ederler. Dolayısıyla söz konusu ülkenin hesabına göre yapılan hac ibadeti geçerlidir.
|
Hacca görevli olarak giden kişinin hac borcu düşer mi?
|
Görevli olarak hacca giden kimse, ister zengin ister fakir olsun yaptığı hac kendi adına geçerlidir. Yaptığı görev karşılığında ücret alması bunu değiştirmez. Eğer kendisine hac daha önceden farz olmuş idiyse, farz olan haccı eda etmiş olur. Kendisine daha önce hac farz olmamışsa haccın farz olması için şart olan “yol (imkân) bulma” şartı gerçekleştiği için farz haccı eda etmiştir. Daha sonra, maddî açıdan hacca gidecek güce sahip olsa bile yeniden hacca gitmesi gerekmez (Kâsânî, Bedâi‘, 2/120).
|
Kur’a sistemi dışında hacca gidebilmek için farklı yöntemlere başvurmak caiz midir?
|
Hac; belli zamanlarda, belli mekânlarda ve belli şekillerde yerine getirilen bir ibadettir. Bu ibadetin kabul edilmesinin şartları, hacca gidecek kişinin Müslüman, ergenlik çağına ulaşmış ve akıl sağlığının yerinde olması, hac mevsiminde Mekke’de bulunmasıdır. Bu şartları yerine getiren kimsenin hac ibadeti fıkhî ölçüler dâhilinde şeklen geçerli olur. Ancak kur’a yöntemiyle hacca gidemeyenlerin, gereğini yapmayacakları hâlde değişik meslek vizeleri almaları, yalan beyan anlamına geleceğinden dinen caiz değildir. Allah’ın emrine uyarak hac ibadetini yerine getirmek ile yine O'nun koyduğu yalan söyleme yasağını çiğnemek İslâm ahlakıyla bağdaşmayan açık bir çelişkidir. Ancak şoför veya kasap olarak gidenler mesleklerini icra ederken hac yapabilirler.
|
Hacda kurban ne zaman kesilir?
|
Hanefî mezhebine göre kurban, bayramın ilk üç gününde kesilir. Daha önce kesilemez. Tehir edilerek daha sonra kesilmesi durumunda, İmam Ebû Hanîfe’ye göre, ceza olarak ayrıca bir dem (koyun veya keçi kesmek) gerekir. İmam Muhammed ve İmam Ebû Yûsuf’a göre, tehirden dolayı ceza gerekmez (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/616). Şâfiî mezhebine göre temettu kurbanı, umreyi tamamladıktan sonra hac için ihrama girmeden önce kesilebilir. Bu kurbanın kesiminin son vakti yoktur. Ancak kurban bayramı günlerinde kesilmesi daha faziletlidir (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/183-184). Nâfile olarak kesilen kurbanın, Hanefîler'e göre Kurban Bayramı günlerinde kesilmesi efdal olmakla birlikte daha önce de kesilebilir (Merğinânî, el-Hidâye, 2/492; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/616). Bunların dışındaki adak ve ceza kurbanları, bunları vacip kılan sebebin oluşmasından sonra ister bayram günlerinde isterse diğer günlerde kesilebilir (Merğinânî, el-Hidâye, 2/492; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/616). Şâfiîlere göre ceza kurbanı, sebebin oluşmasından itibaren hem bayram günlerinde hem de başka zamanlarda kesilebilirken, adak ve tatavvu (mendup) kurbanları, ancak bayram günlerinde kesilebilir (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/498-500). Şâfiîlere göre fevat (ihrama girdiği hâlde Arafat vakfesine yetişemeyen kişinin ertesi yıl haccedip, kesmesi gereken) kurbanı, haccın kaza edildiği yılda kesilir. Hanefîler'e göre ise fevat dolayısıyla kurban kesmek gerekmez (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/499; Merğinânî, el-Hidâye, 2/478). Muhsar, ihrama girdikten sonra iradesi dışında gerçekleşen bir engel dolayısıyla umrede tavafı veya hacda Arafat vakfesini yapamayan kimsedir. Bu kişi o sene hac yapamayacağına kanaat getirdikten sonra hemen kurban keser ve ihramdan çıkar. Ancak Hanefîlerden İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ihsar hedyi denilen bu kurban ancak bayramın ilk üç gününde kesilir. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî’ye göre bayramdan önce de kesilebilir. İhsar kurbanının Harem bölgesinde kesilmesi Hanefîlere göre gerekli iken Şâfiîlere göre gerekli değildir. (Merğînânî, el-Hidâye, 2/471)
|
Hacca giden kişinin hacla ilgili kurbanları memleketinde kesilebilir mi?
|
Temettu veya kıran haccına niyet eden hacıların, Cenâb-ı Hak kendilerine aynı mevsimde hac ve umreyi nasip ettiği için şükür olarak kesecekleri hayvanları Harem dâhilinde kesmeleri gerekir (el-Bakara, 2/196; el-Mâide, 5/95). Bu kurbanın, Kurban Bayramı’nda kesilen udhiyye kurbanı ile ilgisi olmadığından dolayı, Harem bölgesi dışında kesilmesi geçerli değildir (Merğinânî, el-Hidâye, 2/493). Aynı şekilde hac ve umre ile ilgili ceza kurbanlarının da Harem Bölgesi’nde kesilmeleri gerekir.
|
Hac ibadetini yapan kişi, ayrıca memleketinde de kurban kesmekle yükümlü müdür?
|
Hac için ihramda olan kişi Mekke’de seferî ise kendisine udhiyye (kurban bayram günlerinde kesilen) kurbanının vacip olmadığı konusunda ittifak vardır. Seferî olmaması hâlinde ise udhiyye kurbanının vacip olup olmadığı konusunda Hanefî fakihleri arasında ihtilaf vardır. Tercih edilen görüşe göre haccetmekte olan kimse, ister seferî olsun ister olmasın udhiye kurbanı kesmekle yükümlü olmaz (bkz. Haddâd, el-Cevhera, 2/282; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 6/315). Ancak yolcu hükmünde bulunan kimsenin tek başına veya mukimlerle birlikte kurban kesmesine bir engel de yoktur. Şâfiî mezhebine göre ise udhiyye kurbanı, seferî olsun olmasın, hacda bulunsun bulunmasın, imkân bulan herkes için sünnet-i müekkededir (Nevevî, el-Mecmû‘, 8/383).
|
Kurban bayramı günlerinde umre yapılabilir mi?
|
Haccın ancak hac aylarında yapılabilmesine karşılık umre için belirlenmiş herhangi bir zaman yoktur. Arefe ve bayram günleri (teşrik tekbirlerinin getirildiği 5 gün) dışında her zaman umre yapılabilir. Arefe günü sabahından bayramın 4. günü güneş batıncaya kadarki süre içinde ise umre yapmak tahrîmen mekruhtur. Çünkü bu günler hac menâsikinin yapıldığı günlerdir (Kâsânî, Bedâi‘, 2/227). Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre hac yapmaya niyetli olmayanlar teşrîk günleri dâhil yılın her gününde umre yapabilirler (Nevevî, el-Mecmû‘, 7/147-148; Karâfî, ez-Zehîra, 3/374). Mâlikî mezhebine göre hac yapmaya niyetli olanlar bayramın 4. günü güneş batıncaya kadar, Şâfiî mezhebine göre ise veda tavafı dışında haccın bütün menâsiki tamamlanmadıkça umre yapamazlar (Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 3/21-25).
|
Umre yapmak üzere ihrama girip Mekke’ye gelen kişi sağlık sorunları sebebiyle umresini erteleyebilir mi?
|
Umre yapmak üzere ihrama giren fakat umre yapacak kadar kendini sağlıklı hissetmeyen kişi, sağlığına kavuşuncaya kadar ihramlı olarak bekler; iyileşince tavaf ve sa’yini yaparak tıraş olup ihramdan çıkar. Tavaf ve sa’yini ertelemesinden ötürü de bir ceza gerekmez. Ancak bu bekleme süresi içinde ihram yasaklarına riâyet etmesi gerekir.
|
Bir umreyi tamamlamadan ikinci bir umre için ihrama giren kişiye ne gerekir?
|
Hanefî mezhebine göre, başladığı bir umreyi tamamlamadan ikinci bir umre için ihrama giren kimse henüz ilk umresinin sa’yini yapmadan önce ikinci bir umre için ihrama girerse ikinci umresini iptal ederek öncelikle ilk umresinin sa’yini yapıp tıraş olarak ihramdan çıkar. Daha sonra ise iptal ettiği umreyi kaza eder. İkinci umreyi iptal ettiği için dem gerekir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/587). İlk umresinin tavafını ve sa’yini yaptıktan sonra henüz tıraş olmadan önce ikinci bir umre için ihrama girerse; bu durumda ikinci umresini de tamamlaması gerekir. Ancak iki umreyi birleştirdiği için dem gerekir. İkinci umreyi tamamlamadan önce tıraş olmuşsa bu durumda biri ihram yasağını çiğnediği, diğeri de iki umreyi birleştirdiği için iki dem icap eder (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/587). Mâlikî, Şâfîi ve Hanbelîlere göre ise bu durumdaki kişinin iki ihramından sadece biri geçerli olur. Dolayısıyla bu kişi sadece bir umre yapar. Kendisine kaza ve fidye de gerekmez (İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/269; Nevevî, el-Mecmû‘, 7/143; Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, 3/48).
|
Harem sınırları içerisindeki kişinin Hill bölgesine gitmeden bulunduğu yerden umre için ihrama girmesinin hükmü nedir?
|
Mekkeli olsun ya da olmasın Mekke’de bulunan kişiler umre yapmak istediklerinde Harem bölgesi hudutları dışına -yani Hill bölgesine- çıkarak oradan ihrama girerler. Bu konuda en çok bilinen yer, Hz. Aişe Mescidi’nin bulunduğu Ten‘im’dir (Kâsânî, Bedâi‘, 2/167). Kişi şâyet bu kuralı ihlal ederek Harem bölgesinden ihrama girer ve tavafa başlarsa Hanefî, Şâfîi ve Hanbelîlere göre başlamış olduğu bu umreyi tamamlar ve ceza olarak bir dem; küçükbaş hayvan kurban keser. Ancak tavafa başlamadan önce hatasının farkına varıp Hill bölgesine gider ve oradan ihrama niyet edip telbiye getirirse dem kesme sorumluluğu ortadan kalkar (İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/248; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, 2/229; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/478; Aliyyu’l-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, 3/72). Mâlikîlere göre kişi, Hill bölgesine gitmeden Harem bölgesinden ihrama girmiş ve tavaf ile sa’y yapıp tıraş olmuşsa yaptığı tavaf ve sa’yi geçersiz sayılır. Bu kişi ayrıca umresini tamamlamadan tıraş olmak suretiyle ihram yasağı işlediği için kendisine fidye gerekir. Fidye hususunda bir dem, üç gün oruç veya altı fakire sadaka verme seçeneklerinden birini yerine getirmelidir. Bu kişinin ayrıca Hill bölgesine çıkıp ardından tavaf ve sa’yini iade ederek umresini tamamlaması gerekir (Haraşî, Şerhu Muhtasari’l-Halil, 2/393; Derdîr, eş-Şerhu’l-kebîr, 2/23; İlîş, Minehu’l-celîl, 2/226).
|
Kul hakkının önemi nedir ve ihlali durumunda nasıl ödenir?
|
İslâm’ın üzerinde hassasiyetle durduğu temel kavramlardan birisi hak kavramıdır. İslâm, bütün canlılara ait hakları ayrıntılı bir şekilde tespit ve tarif edip sınırlarını belirledikten sonra her bir hak sahibine hakkının verilmesini emretmiş; hak ihlali anlamına gelecek her türlü davranışı da yasaklamıştır. Bu hakların başında kul hakkı gelmektedir. Nitekim Allah Teâlâ insanoğlunu en güzel biçimde yaratmış ve mükerrem kılmıştır (el-İsrâ 17/70; et-Tîn 95/4). Bundan dolayı İslâm’da ırkı, rengi, cinsiyeti, dili, dini, konumu ne olursa olsun insanların hakları dikkate alınmış ve gözetilmiştir. Resûlullah (s.a.s.) veda hutbesinde; “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar dokunulmazdır.” (Buharî, Hac, 132 [1739, 1741]) buyurmuş; kul haklarını ihlal eden kişinin ahirette hüsrana uğrayacağını haber vermiştir (bkz. Müslim, Birr, 59 [2581]). Dolayısıyla İslâm’da kul haklarına riâyet, İslâm’ı anlama ve özümseme göstergelerinden olup dünya ve ahiret saadetine ulaştıran temel vesilelerden birisidir. Kul hakkı ihlali durumunda; haksızlığın gecikmeden giderilmesi, hak sahibi ile helalleşilmesi ve bu günahtan tövbe istiğfar edilmesi gerekir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Kim din kardeşinin şeref, onur ve haysiyetine veya malına yönelik bir haksızlık yapmışsa altın ve gümüşün fayda vermeyeceği kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Aksi takdirde yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınarak hak sahibine verilir. Şâyet sevabı yoksa hakkına girdiği kişinin günahlarından alınarak kendisine yüklenir” (Buhârî, Mezâlim, 10 [2449]). Mallarla ilgili kul hakkı ihlali durumunda; mevcutsa söz konusu malın kendisi, yoksa bedeli hak sahibine verilmelidir. Hak sahibinin hayatta olmaması hâlinde ise mirasçılarına teslim edilmelidir. Malın sahibi bilinmiyor veya kendisine ulaşmak mümkün olmuyorsa söz konusu mal veya bedeli hak sahibi adına fakirlere ya da hayır kurumlarına verilmelidir. Ayrıca yapılan bu hatadan dolayı samimi bir şekilde tövbe edip Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir. Hak ihlali; hakaret etme, küfür, yalan, gıybet, iftira, alay, istihza, rencide etme gibi insanın onur ve haysiyetine yönelikse bu durumda yapılması gereken, ortaya çıkan zarar ve mağduriyeti gidermek ve hak sahibiyle helalleşmektir. Buna imkân bulunmadığı durumlarda ise samimi bir tövbeden sonra hak sahibine hayır dua edilmeli, onun namına hayır hasenat yapılarak bu vebalden kurtulmaya çalışılmalıdır. Bu şekilde bir yol izlemenin manevî içerikli kul haklarına keffaret olabileceği bazı âlimler tarafından dile getirilmiştir (İbn Teymiyye, el-Fetâvâ’l-kübrâ, 1/113).
|
Kadın şahsi ihtiyacını karşılamak için kocasının parasını rızası olmadan alabilir mi?
|
İslâm dini, kocaya vermiş olduğu hak ve yetkilerin yanında, birtakım görev ve sorumluluklar da yüklemiştir. Bunlardan birisi de kocanın eşinin temel ihtiyaçlarını makul ve normal ölçülerde karşılama ve giderme görevidir (el-Bakara, 2/233; en-Nisâ, 4/34; et-Talâk, 65/6). Bu, evlilik akdinden doğan bir sorumluluk olup, kadının zengin veya fakir olması, Müslüman veya gayrimüslim olması sonucu değiştirmez. Ebû Süfyan’ın karısı Hind, Resûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Ebû Süfyân cimri bir adamdır, ne bana ne de çocuklarına yeterli harcamada bulunuyor. O görmeden malından alabilir miyim?” diye sorduğunda Allah Resûlü (s.a.s.); “Maruf ölçüler içerisinde kendine ve çocuklarına yetecek kadarını alabilirsin.” (Nesâî, Âdâbü’l-Kudât, 31 [5420]; bkz. Buhârî, Büyûʽ, 95 [2211]; Müslim, Akzıye, 7-9 [1714]) buyurmuştur. Buna göre koca, eşinin normal şahsi ihtiyaçlarını karşılamayı ihmal ederse, kadın onun malından ihtiyacı kadarını alabilir.
|
Çocuğa isim koyarken nelere dikkat edilmelidir?
|
Anne-babanın çocuğuna karşı görevlerinden birisi de ona güzel bir isim vermektir. Nitekim Hz. Peygamber, insanların kıyamet günü isimleri ile çağrılacağını belirterek “Çocuklarınıza güzel isim koyunuz.” (Ebu Davud, Edeb, 69) buyurmuştur. Konulacak isimlerin mutlaka Arapça olması ve bu ismin Kur’an-ı Kerim’de geçmesi gerekmez. Çocuğa isim koyarken dikkat edilecek husus, yadırganmayacak güzel anlamlı bir isim olmasıdır.
|
Ölen yakınının maaşını alabilmek için resmen boşanan ama evliliğini dinî nikâhla devam ettirenlerin aldıkları bu maaşlar helal midir?
|
Nikâh, aile birliği oluşturacak kimselerin Allah’ın emri gereği gerçekleştirdikleri bir sözleşmedir. Böylesine önemli bir sözleşmenin birtakım maddî kaygılarla sona erdirilmesi her şeyden önce ahlaken doğru değildir. Kaldı ki sevgili Peygamberimiz normal şartlar altında gerçekleşen boşama için bile “Allah’ın en hoşlanmadığı helâl şey evliliği sona erdirmektir” (Ebû Dâvûd, Talâk, 3 [2178]; İbn Mâce, Talâk, 1 [2018]) buyurmuştur. Bir yakını dolayısıyla kanun gereği dul hanımlara ödenen parayı almak üzere resmen boşanıp gerçekte birlikte yaşamaya devam etmek, hile niteliğinde olduğundan haramdır. Bu tür hileli yollarla elde edilecek gelirler kamu malını zimmetine geçirmek anlamına gelir. Bu nedenle hileli boşanma yolu ile alınan maaş helâl olmaz.
|
Mezarlıktaki ağaç, ot vb. bitkileri kesmek caiz midir?
|
Mezarlıkta bulunan yaş ot ve ağaçları, bakım amaçlı olmadıkça yolmak ve kesmek mekruhtur. Zira buradaki yaş bitkiler kendilerine has bir şekilde Allah’ı zikretmektedirler. Bu zikir sebebiyle orada yatan müminlere, Allah Teâlâ’nın rahmet edip azaplarını hafifletmesi umulur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), bir kabristanda bulunan iki kabir sahibinin azap içinde olduğunu anlamış, yanında bulunanlardan taze bir hurma dalı isteyerek, ikiye bölmüş ve her birini bir kabrin başına dikmiştir. “Ey Allah’ın Resûlü, niçin böyle yaptın?” diye sorulunca, “Umulur ki bunlar yaş kaldıkları sürece (azapları) hafifler” (Buhârî, Vudû’, 56 [218]; Müslim, Tahâret, 111 [292]) buyurmuştur. Mezarlıkta zayi olacağından endişe edilen kuru ot ve ağaçların kesilip satılmasında bir sakınca yoktur. Bu satıştan elde edilen paranın kamu yararına kullanılması gerekir. Ayrıca mezarlıkta bulunan ağaçların meyveleri de yenilebilir (el-Fetâva’l-Hindiyye 1/166-167; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/245).
|
Define aramak ve bulunduğunda sahiplenmek caiz midir?
|
Günümüzde define arama işlemleri “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” ile diğer ilgili mevzuata göre yürütülmektedir. Bu mevzuata aykırı şekilde define aramak kamusal ve bireysel haklara tecavüz anlamına geldiğinden câiz değildir.
|
Buluntu eşya (lukata) ile ilgili hükümler nelerdir?
|
Başkalarının rızası olmadan mallarını ellerinden almak câiz olmadığı gibi kaybettikleri mal ya da eşyayı alıp sahiplenmek de câiz değildir. Bir kimse bir yerde bir miktar para veya eşya bulsa onu sahibine vermek üzere alabilir. Ancak kendine mal edinmek üzere alması başkasının malını gasp etmek hükmündedir. Bulunduğu yerde bırakıldığı takdirde telef olmasından korkulan bir şeyi sahibine vermek üzere almak vâcip; telef olmayacak şeyleri almak ise mubahtır. Bir kimse bulduğu bir şeyi alırken, onu sahibine teslim etmek üzere aldığına çevresindekileri şahit tutar. Bulunan eşyanın sahibi çıkar ve onun kendisine ait olduğunu ispat ederse eşyayı ona teslim eder (Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, 6/200-201). Buluntu eşya, onu sahibine vermek üzere alanın yanında emanet durumundadır. Bir kusuru olmaksızın bu mal kaybolsa veya telef olsa, sahibi çıktığında bedelini ona ödemekle yükümlü olmaz (İbn Nüceym, el-Bahr, 5/162, 163). Buluntu eşyayı elinde bulunduran kimse bunu malın değerine göre uygun görülen bir süre ilan eder ve bekler. Sahibi çıkmazsa o malı yoksul kimselere sahibi adına tasadduk eder; kendisi muhtaç ise ondan istifade edebilir. Ancak daha sonra sahibinin çıkması hâlinde bedelini öder. Sahibinin aramayacağı düşük değerli şeyler ise beklemeye gerek kalmaksızın ihtiyaç sahiplerine verilebilir; bulanın ihtiyacı varsa o da kullanabilir (Serahsî, el-Mebsût, 11/2-3).
|
Herhangi bir sebeple kovandaki fazla ana arıların veya bunların larvalarının itlaf edilmesi caiz midir?
|
Yüce Allah, şifa kaynağı olarak balı insanların istifadesine sunmuştur. Bu hususa Kuran-ı Kerîm’de şöyle işaret edilmektedir: “Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.’ Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır.” (en-Nahl, 16/68-69). Ekolojik dengeyi bozmamak kaydıyla, arıların istenmeyen ölçüde oğul vermemesi, verilen oğulların zayıf olmaması, fazla bal almak ve ana arıların birbirlerine zarar vermemesi için fazla ana arıların veya larvalarının itlafında bir sakınca yoktur.
|
Hasta olan ve tedavisi yapılamayan kedi, köpek gibi hayvanların veteriner tarafından uyutulması caiz midir?
|
Yüce Allah, diğer yeryüzü nimetleri gibi hayvanları da insanların hizmetine vermiş ve onlardan çeşitli şekillerde faydalanmayı helal kılmıştır (en-Nahl, 16/5, 6, 80). Bununla birlikte dinimiz bir canlı olarak hayvanlara karşı da şefkatli ve merhametli olmayı emretmiştir (Buhârî, Müsâkât, 10 [2365]; Müslim, Selâm, 151 [2242]). İnsanın, hizmetine verilen canlılara karşı merhamet ölçüleri ile muamele etmesi yanında onların sağlık ve temizliklerine de azami özen göstermesi gerekir. Bu sebeple hastalanan hayvanların imkân ölçüsünde tedavi edilmeleri gerekmektedir. Zira bu hem merhametin hem de sağlıkla ilgili tedbirlerin zorunlu bir sonucudur. Ancak ölümcül bir hastalığa yakalanmış, tedavi ederek iyileşme imkânı da olmayan ve şiddetli acılarla baş başa kalmış bir hayvanın veteriner gözetiminde uyutulmasında bir sakınca yoktur.
|
Hayvanların kısırlaştırılması caiz midir?
|
İnsanlar gibi tüm hayvanların da üreme ve çoğalma hakları vardır. Hayvanların yeme içme ihtiyaçlarının teminini engellemek uygun olmadığı gibi üreme özelliklerini ortadan kaldırmak da uygun değildir. Gerekli ve meşrû bir sebep bulunmadıkça hayvanların kısırlaştırılması da câiz değildir. Ancak gerekli ve meşrû sebeplerle; toplum menfaati gereği evde beslenen hayvanların gebe kalmalarını engelleyici ilaç ve benzeri şeylerin kullanılmasında ve ekolojik dengeyi bozmamak şartıyla kedi, köpek vb. başıboş hayvanların kısırlaştırılarak çoğalmalarının kontrol altına alınmasında dinen bir sakınca yoktur (el-Fetâva’l-Hindiyye, 5/357). İş gücünden, nesil ıslahından ve et verimliliğinden ziyadesiyle istifade edilebilmesini temin etmek amacıyla dana ve teke gibi bazı hayvanların kısırlaştırılması da câiz görülmüştür (Merğinânî, el-Hidâye, 4/380; İbn Mâze, el-Muhît, 5/375, 376).
|
Selâmlaşmanın İslâm dinindeki yeri ve hükmü nedir?
|
Selâmlaşma, Müslümanlardan birinin diğerine “Selâm sizin üzerinize olsun, Allah sizi her türlü kaza ve belâdan korusun” anlamına gelen “selâmün aleyküm/es-selâmü aleyküm” diyerek hayır duada bulunması; diğerinin de “ve aleyküm selâm/aleykümü’s-selâm” diyerek aynı duayla karşılık vermesidir. Nitekim Allah Teâlâ, “Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile ya da dengi ile karşılık verin” (en-Nisâ, 4/86) buyurarak verilen selâma güzel şekilde karşılık vermeyi emretmiştir. Hz. Peygamber de (s.a.s.) selâma güzel lafızlar eklemenin sevabı artırdığına dikkat çekmiş, “es-Selâmü aleyküm” sözüne, “ve rahmetullâh ve berekâtüh” (Allah’ın rahmeti ve bereketi) gibi sözcükler eklemek suretiyle ayrıca sevap kazanılacağını bildirmiştir (Ebû Dâvûd, Edeb, 143, [5195-5196]). Dinimiz Müslümanları kardeş ilan etmiş, kardeşlik bilincinin yerleşip devam etmesi için de onlara bazı görevler yüklemiştir. Bu görevlerden biri de selâmlaşmaktır. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) selâmlaşmayı Müslümanın Müslüman üzerindeki hakları arasında saymıştır. (Müslim, Selâm, 5, [2162]). İslâm âlimleri selâm vermenin sünnet, almanın farz olduğunu ve selâm verenin alana göre daha fazla sevap kazanacağını belirtmiştir (Mevsılî, el-İhtiyâr, 4/164). Allah Resûlü (s.a.s.) iki Müslümanın karşılaştığında söze önce selâmla başlamalarını öğütlemiş; küçüğün büyüğe, bir vasıta üzerinde gidenin yürüyene, yürüyenin veya ayakta olanın oturana, sayı bakımından az olan topluluğun çok olana selâm vermesinin uygun olacağını bildirerek selâmlaşma âdâbını öğretmiştir. Bunun yanında topluluk içerisinden bir kişinin selâm vermesini ya da verilen selâmı bir kişinin almasını yeterli görmüş ve bir topluluktan ayrılırken de selâmla ayrılmanın güzel olduğunu ifade etmiştir (Buhârî, İsti’zân, 4, [6231]; Müslim, Selâm, 1, [2160]; Ebû Dâvûd, Edeb, 150, [5208], 152, [5210]). Şâyet topluluktan hiç kimse verilen selâmı almazsa bu durumda toplulukta bulunan herkes günahkâr olur (İbn Âbidînzâde, el-Hediyyetü’l-ʿAlâʾiyye, 232; Nevevî, el-Mecmû‘, 4/594).
|
Yetkili makamlarda bulunanların hediye kabul etmeleri caiz midir?
|
Karşılıklı olarak hediyeleşmek insanlar arasında sevgi ve saygının oluşmasına katkı sağlar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), “Hediyeleşin ki aranızdaki sevgi artsın.” (Muvatta’, Hüsnü’l-huluk, 16) buyurmuştur. Ancak yetkili makamlarda bulunan kişilerin, bu göreve gelmeden önce aralarında hediyeleşme âdeti olmayan kişilerden her ne ad altında olursa olsun; hediye ve bağış kabul etmeleri câiz değildir. Zira bu durum, rüşvet olarak değerlendirilebilir (Merğinânî, el-Hidâye, 3/103; Mevsılî, el-İhtiyâr, 2/86). Hz. Peygamber (s.a.s.), idari makamlarda bulunanlara verilen hediyelerle ilgili olarak; “Yetkililerin aldığı hediyeler, ganimetten aşırmak (kamu malını zimmetine geçirmek) gibidir.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 10/233 [20474]) buyurmuştur. Yine Resûlullah (s.a.s.), zekât toplamakla görevlendirdiği memurunun hediye aldığını işittiğinde; “Benim gönderdiğim bir görevliye ne oluyor ki: ‘Bu zekât malıdır; bu da bana hediye edilmiştir.’ demektedir! Bu kişi babasının (yahut anasının) evinde oturup kalsa, acaba kendisine hediye verilir miydi? Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz o zekât malından bir şey alırsa kıyamet gününe o malı boynunda taşıyarak gelecektir.” (Müslim, İmâre, 26 [1832]; bkz. Buhârî, Eymân, 3 [6636]) buyurarak, kişinin yetkili bir makamda bulunmasından dolayı hediye almasının câiz olmadığını ifade etmiştir.
|
Sol elle yemek yemekte bir sakınca var mıdır?
|
Yeme-içmeyle ilgili genel ilkeleri belirleyen Hz. Peygamber (s.a.s.), sol elle yeme-içmeyi hoş karşılamamıştır. Nitekim o, bu konu üzerinde önemle durmuş; şeytanların sol elle yiyip içtiklerini haber vererek ümmetini uyarmış ve çocuklara sağ elle yemek yemeyi öğretmiştir (Buhârî, Etʽime, 2 [5376]; Müslim, Eşribe, 105-109 [2020-2022]). Hz. Peygamber’in sağ elle yeme ve içme konusundaki tavsiye ve irşadlarına uymak her Müslümanın vazifesidir. Bu nedenle anne ve babaların çocuklarına diğer yemek âdâbıyla birlikte sağ elle yeme ve içmeyi de öğretmeleri gerekir. Fizikî bir engel sebebiyle sağ eliyle yiyemeyen kimselerin sol elle yeme içmesinde ise bir sakınca yoktur (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, 8/183).
|
Domuzdan üretilen jelatin caiz midir?
|
Jelatin; sığır, domuz, balık ve kümes hayvanları gibi omurgalıların kollajeninden elde edilen bir protein türüdür. Jelatin üretiminde başlıca hammadde olarak domuzun kemik ve deri altı tabakası ile sığırın kemik ve derileri kullanılmaktadır. İnsan sağlığına olumsuz etkisi olmadığı göz önüne alınarak helallik açısından jelatine yaklaşıldığında temel hareket noktası, menşeinin helal olmasıdır. Bunun yanında üretim aşamasında, jelatine kaynak teşkil eden hammaddenin yapısal özelliklerini yitirip yitirmemesinin, ürünün helalliğine etki edip etmeyeceği de tartışılmıştır. Öncelikle menşei itibariyle helal olan yani yenilebilir ve İslami usullere göre tezkiye edilmiş (kesilmiş) hayvanların derilerden ve kemiklerden elde edilen jelatinin tüketilmesinin helalliği noktasında herhangi bir tartışma söz konusu değildir. Jelatinin dini hükmü konusundaki esas hareket noktası ise, haram bir menşeden elde edilmiş olması halinde, imalat aşamasında tam anlamıyla bir dönüşüm/değişim geçirip geçirmediği hususudur. Bu husus fıkıh literatüründe “istihale” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. İstihale dinen necis sayılan bir maddenin yapı değişimine uğrayarak temiz bir maddeye dönüşümünü ifade etmektedir. Fıkıh kaynaklarında istihalenin dayandığı mantık, Allah Teala’nın bir maddenin necis olmasını, sahip olduğu yapısal duruma bağladığı düşüncesiyle açıklanmaktadır. Bu düşünceye göre maddenin yapısında gerçekleşen dönüşüm, ister istemez necaset niteliğinin de değişmesini gerektirmektedir. İstihalenin necis bir maddeyi temiz hale getirebileceği hususunu bazı fakihler onaylamasa da, aralarında Hanefilerin de yer aldığı birçok alim, istihalenin böyle bir işlevi olduğunu kabul etmektedir. Meseleye haram menşeden elde edilen jelatinin hükmü açısından yaklaşıldığında, üretim aşamasında bir istihale gerçekleşip gerçekleşmediği hususu önem taşımaktadır. Bu konuda farklı yaklaşımların olduğu görülmektedir. Jelatinin üretiminde kimyasal reaksiyonlar sonucunda istihale olduğunu söyleyen uzmanlar olduğu gibi, yaptıkları deneylerle jelatinin istihaleye uğramayan katkı maddelerinden biri olduğu sonucuna ulaşan uzmanlar da bulunmaktadır (bk. I. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi, Ankara, 2011; el-Beyanü’l-Hitami ve’t-Tavsiyat li’n-Nedveti’l-İlmiyye: el-İstihale ve’l-İstihlak ve Müsteceddatühüma fi’l-Ğıza ve’d-Deva (9-10 Şubat 2015, Cidde, s. 2-11; “İstihale”, DİA, EK 1, 674-676). Bu bağlamda jelatin üzerinde araştırma yapan birçok uzman, her ne kadar üretim aşamasında bazı amino asit ve karbonhidrat yapılarını kaybetse de kollajenin amino asit dizesini büyük oranda koruduğu, değişimin alfa sarmal yapısındaki hidrojen bağının değişiminden ibaret kaldığı, dolayısıyla kollajenin jelatine dönüşümünde gerçek anlamda bir kimyasal dönüşüm değil, bazı fiziksel ve kimyasal özelliklerde farklılaşma meydana geldiği sonucuna ulaşmışlardır (I. Ulusal Helal ve Sağlıklı Gıda Kongresi, Ankara, 2011, s. 86-93; 109; Ahmad Sakr, Jelatin, İstanbul 2008, s. 47; Harun Şimşek, A'dan Z'ye Hayvansal Kaynaklı Gıda Katkı Maddeleri, Almanya 2012, s. 72-73). Fıkıh kaynakların çizdiği çerçeveye göre istihale, necis veya kullanılması haram olan bir maddenin hakikatinin değişip ilgili maddenin isim, özellikler ve nitelikler itibariyle farklı bir maddeye dönüşmesidir. Bu açıdan bakıldığında klasik kaynaklarda “vasıf değişimi” bağlamında verilen örnekler, her kimyasal reaksiyonun geçerli bir istihale olmadığını ortaya koymaktadır. Zira söz konusu maddede bazı değişimler olsa da bu her zaman tam bir kimyasal değişim olmamaktadır. Oysa istihaleden bahsedebilmek için maddenin tam bir kimyasal değişime uğraması gerekmektedir. Şu halde yukarıdaki uzman görüşlerine de dayanarak, jelatinin geçirdiği işlemin bir istihaleden/dönüşümden ziyade bir ayrıştırma işlemi olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, kollajenin kaynağı olan hayvan helal değilse, ondan üretilen jelatin de helal olmamaktadır. Menşeinin helalliği bilinmeyen jelatinlerin Müslümanların tüketeceği gıdaların üretiminde kullanılması ve içinde domuz kaynaklı jelatin olduğu kesin olarak bilinen gıdaların tüketimi caiz değildir.
|
Üretim Aşamalarında Sentetik Alkol Kullanımının Hükmü Nedir?
|
İslâm, sarhoş eden keyif verici içeceklerin bu amaçla üretim, satım ve içimini kesin bir dille yasaklamıştır (Mâide 5/90-91; Müslim, Müsâkât, 67). Hz. Peygamber (s.a.s.) çok miktarı sarhoşluk veren maddelerin azının da haram olduğunu bildirmiştir (Buhâri, Vudû, 71; Müslim, Eşribe, 7; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5: Tirmizî, Eşribe, 3). Bu hükümler, sarhoşluk vermesi için özel olarak ve belli usullerle üretilen içeceklerle ilgilidir. Bu yolla üretilen alkollü içeceğin tedavide kullanılması da ancak meşru bir alternatifin olmaması halinde zarureten caizdir. Dinî literatürde “hamr” olarak bilinen bu özellikteki içecekler dışında, sentetik olarak üretilen alkol veya bazı meyve ve gıdalarda kendiliğinden oluşan alkol, farklı değerlendirilmelidir. Nitekim meyvelerin bünyesinde doğal olarak (binde bir-binde beş) arasında alkol bulunabilmekte; ekmek dâhil birçok fermente (mayalanmış) ürünün üretim süreçleri sonunda az miktarlarda alkol ortaya çıkabilmektedir. Bazı gıda maddelerinin üretim aşamalarında aromatik bileşenlerin kullanılması durumunda son ürün içinde etil alkol (ethanol), keton, ester vb. bileşikler de oluşabilmektedir. Hal böyleyken içinde kendiliğinden ya da “eser” miktarda yani çok az ölçüde ilave edilen maddeler dolayısıyla alkol oluşan bu tür ürünlerin tüketilmesi haram olmaz. Zira burada söz konusu olan alkol, özellikle sarhoşluk vermesi amacıyla ve belli yöntemlerle üretilen alkol yani hamr değildir. Aksi halde bileşeninde belli oranlarda alkol bulunuyor gerekçesiyle birçok meyvenin ve ürünün de yenmemesi gerekirdi. Şu halde: 1. Sarhoşluk vermesi amacıyla üretilen içkilerin azını da çoğunu da içmek ve bunları gıda maddelerine katmak haramdır. 2. Gıda maddelerinde sarhoş etmeyecek ölçüde doğal olarak oluşan alkol, o gıda maddesini haram kılmaz. 3. Sentetik alkolün içki olarak tüketilmesi haram olmakla beraber, çözücü olarak kullanılması böyle değildir. Çünkü bu son durumdaki kullanım amacı sarhoş olmak veya keyif almak değil, aromatik maddelerin çözünürlüğünü sağlamaktır. 4. Sentetik alkolün temizlik ürünlerinde veya temizleyici olarak kullanılması da caizdir. Bu bağlamda mesela ispirto, kolonya vb. sıvılarla, temizlik amacıyla üretilen alkollü maddelerin içilmesi haram olmakla birlikte (bk. Buhârî, Edep, 80; Müslim, Eşribe, 73) bunların temizlikte kullanılmaları caizdir. Bu özellikteki maddeler dinen necis de sayılmadığından, namaz kılmadan önce bu ürünlerin sürüldüğü yerlerin yıkanması da gerekmez (Kâsânî, Bedâî’, V, 115; Elmalılı, Hak Dini, II, 763-764). 5. Gıda maddelerinin helalliğinin tespitinde gıda sağlığı ve güvenliği ilkelerine riayet de dinî bir gerekliliktir. 6. Her konuda olduğu gibi sentetik alkol kullanılmasında da, zihinlerdeki şüpheleri gidermek gerektiğinden başka alternatif bileşenler aranmalı ve varsa öncelikle bunlar kullanılmalıdır.
|
Eti yenilip yenilmeyen hayvanların tespiti neye göre yapılmıştır?
|
İslâm, insanı maddî ve manevî her türlü zarardan korumak için birtakım kurallar koymuş ve insana zarar verebilecek pis ve iğrenç olan her şeyi (habâis) yasaklamış; temiz, güzel ve faydalı olanı da (tayyibât) helal kılmıştır (el-Bakara, 2/168; el-A’râf, 7/157). Kur’ân ve sünnette etleri yenilmeyen hayvanlarla ilgili bir liste verme yönüne gidilmemiş, domuz gibi ismi belirtilenler yanında bazı hayvanlar için de belli ilke ve ölçüler konulmakla yetinilmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünneti, Kur’ân-ı Kerîm’deki yasaklamaları teyit eden ifadelerin yanı sıra, “necis ve iğrenç” yiyeceklerin özelliklerine ilişkin detaylı açıklamaları da içermektedir. Mesela Hz. Peygamber (s.a.s.), yırtıcı hayvanların (parçalayıcı uzun ve sivri dişleri olan hayvanlar) ve yırtıcı kuşların (pençesi ile avını parçalayan kuşlar) etlerinin yenmeyeceğini özellikle belirtmiştir. Bununla birlikte Resûlullah’tan (s.a.s.), bazı hayvanların etlerinin yenilmesine dair hükümleri ihtiva eden başka hadisler de rivâyet edilmiştir (Müslim, Sayd, 15,16 [1933-1934] ; Ebû Dâvûd, Et’ime, 32 [3802]). Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin tüketilmemesi, İslâm’ın genel ilkelerinden kabul edilmiştir. İslâm âlimleri, belirtilen amaç ve ilkeler ışığında ictihad ederek hangi hayvanların etinin helal veya haram olduğunu tek tek ya da gruplandırarak belirlemeye çalışmışlardır. Bu belirlemelerde, bazı hadislerin sıhhati konusundaki farklı değerlendirmelerin ve yorumların yanı sıra insan tabiatının, örfün, mahallî alışkanlıkların ve söz konusu ilkeleri somut olaylara uygulamadaki değerlendirme farklılıklarının etkili olduğu bir gerçektir.
|
Kara hayvanlarından eti yenilip yenilmeyenler hangileridir?
|
Etlerinin yenmesinin helâl olduğu hususunda görüş birliği bulunan hayvanlar şunlardır: a) Sığır, manda, koyun, keçi, deve, tavşan, tavuk, kaz, ördek, hindi türünden evcil hayvanlar, b) Geyik, ceylan, dağ keçisi, yabanî sığır ve zebra gibi yabani hayvanlar, c) Güvercin, serçe, bıldırcın, sığırcık, balıkçıl gibi kuşlar. Bu hayvanların etlerinin helâl olduğunda fakihler görüş birliğindedir. Bu sayılanların bir kısmının helâlliği Kur'ân’da tasrih edilmiş, diğerleri de Kur'ân’ın “yiyiniz” dediği iyi ve temiz şeyler (el-Mâide, 5/1; el-Hac, 22/28, 30) (mübah) kapsamında görülmüştür. Etlerinin yenmesinin haram olduğunda görüş birliği bulunan hayvanlar ise şunlardır: a) Domuzun haram olduğu, Kur'ân’ın açık hükmüyle sabittir (el-Mâide, 5/3). Kur'ân’da ismi anılarak yasaklanan tek hayvan domuzdur. Kur'ân’da sadece domuzun etinin haramlığından söz edilse de İslâm âlimleri, En‘âm sûresinin 145. âyetinde geçen “rics” ifadesi ile A‘râf sûresi 157. âyetindeki “... onlara pis ve murdar olan şeyleri haram kılar.” ifadelerini birlikte değerlendirmişler ve domuzun her şeyinin haram olduğunu belirtmişlerdir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 6/133). b) Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etlerinin haram olduğu da yine Kur'ân’ın hükmüne dayanır: “(Kesim sırasında) üzerine Allah’ın adı anılmayan hayvanların etlerini yemeyin.” (el-En'âm, 6/121). Bu ilke, İslâm’ın tevhid akidesine verdiği önemin ve şirke karşı aldığı kesin tavrın bir göstergesidir. c) Dinî usullere uygun olarak kesilmemiş veya kendiliğinden ölmüş olan hayvanın etinin haram olduğu da yine Kur'ân’ın açık hükmüne dayanır: “Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı.” (el-Bakara, 2/173); “Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan; (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç olmak üzere boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile (tazim amacı ile) dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar size haram kılındı.” (el-Mâide, 5/3). Yukarıda zikri geçenler dışında kurt, aslan, kaplan gibi köpek dişleriyle; doğan, şahin, kartal gibi pençesiyle avlanan hayvanlar ile sinek, örümcek, akrep gibi haşeratın yenilmesi İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre caiz görülmemiştir.
|
At eti helal midir?
|
Kur’ân ve Sünnette at eti yemenin hükmü hakkında açık bir delil bulunmamaktadır. Hanefî mezhebinde İmam Ebû Hanîfe’den rivâyet edilip tercih edilen görüş ile Mâlikîlerden gelen bir görüşe göre at etinin yenilmesi tenzihen (helale yakın) mekruhtur. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed’e, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleriyle Mâlikîlerden gelen diğer bir rivâyete göre ise at etinin yenilmesi mubahtır (Serahsî, el-Mebsût, 11/233; Nevevî, el-Mecmû‘, 9/4; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, 3/22). At eti yemenin mekruh, hatta haram olduğunu söyleyen âlimler de olmuştur (Karâfî, ez-Zehîra, 4/101). Şüphesiz mekruh ya da haram olduğu görüşünde, o dönemlerde atın gerek askeri gerekse sivil hizmetlerde yoğun bir şekilde kullanılan bir hayvan olması etkili olmuştur. Günümüzde atın etkinlik alanı eski dönemlere göre çok daralmış olsa da at etinin yenilmesi konusundaki mesafeli tutum özellikle Anadolu coğrafyasında devam etmektedir.
|
Yengeç, ıstakoz, karides, kalamar ve midye gibi deniz ürünleri yenir mi?
|
İslâm dini ilke olarak insana maddî veya manevî yönden zararlı olan şeyleri yasaklamış, faydalı olanları da helal kılmıştır. Bu bağlamda, yiyecek ve içeceklerin prensip olarak helal olduğu belirtilirken az bir kısmının yasaklanması, genel olarak insanın beden ve ruh sağlığının korunması amacına matuftur. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de, genel hükmü ifade edecek şekilde insanlar şöyle uyarılmaktadır: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan helal ve temiz olan şeylerden yiyin ve şeytanın işlerini/adımlarını takip etmeyin…” (el-Bakara, 2/168), “Ey iman edenler! Gerçekten sadece Allah’a kulluk ediyorsanız size verdiğimiz temiz [ve helal] rızıklardan yiyin için ve Allah’a şükredin.” (el-Bakara, 2/172), “Sana kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: temiz olanlar (tayyibat) size helal kılınmıştır...” (Maide, 5/4). Bu âyet-i kerîmeler, insanın yiyeceklerinin kendi nezahet ve mükerrem bir varlık olma durumuna uygun olarak temiz ve nezih yiyecekler olabileceğini bildirmektedir. Yeryüzündeki nimetleri insanoğlunun istifadesine sunan Yüce Allah, yiyecek olarak haram kılınan hayvanlar ile ilgili şöyle buyurmuştur: “Allah size murdar eti (leş), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olanı haram kıldı…” (el-Bakara, 2/173). Bunun yanında En‘âm sûresinin 145. âyet-i kerîmesinde de aynı şeyler, niteliklerine atıfta bulunularak sayılmıştır. Bunların yanında Kur’ân-ı Kerîm’de deniz avlarının helal kılındığı ayrıca ifade edilmiştir: “Size ve yolculara geçimlik olmak üzere deniz avı ve yiyeceği helal kılındı…” (el-Mâide, 5/96). Yukarıdaki açıklamalarının yanında Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in (s.a.s) helal ve haramları açıklama/bildirme hususundaki görevi ile ilgili olarak şöyle bir ifade kullanmıştır: “…Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten sakındırır; yine onlara temiz olan şeyleri helal, pis olan şeyleri de haram kılar…” (A’raf, 7/157). Nitekim Hz. Peygamber, yenmesi helal ve haram olan hayvanlar ile ilgili açıklamalar yapmıştır. Bir rivâyette şunlar ifade edilmektedir: “Resûlullah (s.a.s.) azı dişi bulunan yırtıcı hayvanların ve pençesiyle avlanan yırtıcı kuşların etlerinin yenmesini yasaklamıştır.” (Müslim, Sayd, 15-16 [1933-1934]; Ebû Dâvûd, Et‘ime, 32 [3803]). Bunun yanında Hz. Peygamber’in, pis ve iğrenç olmaları nedeniyle bazı hayvanların yenmesini yasakladığı da bilinmektedir (Ebû Dâvûd, Et‘ime, 33 [3808]). Deniz ürünleri ile ilgili olarak ise Hz. Peygamber; “Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Tahâret, 39 [83]). İslâm âlimleri, Kur'ân ve hadislerde belirtilen hüküm ve ilkeler ışığında hangi hayvanların etinin helal veya haram olduğunu belirlemeye çalışmışlardır. Kara ve deniz hayvanları hakkında gerek Kur'ân-ı Kerîm gerekse hadis-i şeriflerde -bazıları dışında- bütün türler isim olarak zikredilmediğinden, bu hususta farklı hükümler ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, bütün âlimlere göre balık türleri helaldir. Balık dışındaki ürünler, Hanefî âlimler tarafından helal kabul edilmemiştir (Kâsânî, Bedâi‘, 5/35). Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî âlimleri ise Maide sûresinin 96. âyetindeki “deniz avı” ifadesinin kapsamlı oluşu ve Hz. Peygamber’in, “Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir” ifadesine dayanarak, deniz ürünlerinin yenilmesi hususunda oldukça geniş bir yaklaşım ortaya koymuşlardır. Mâlikî ve Hanbelî âlimlere göre, deniz hayvanları prensip olarak helaldir. Ancak timsah gibi yırtıcı hayvanlar helal değildir (Kârâfî, ez-Zehîra, 4/96). Şâfiî mezhebinde ise aslen suda yaşadığı hâlde karada da yaşayabilen kurbağa, yengeç, kaplumbağa ve su yılanı gibi hayvanlar habis ve zararlı oldukları için helal değildir. Bunların dışında kalan midye, kalamar, ıstakoz, karides gibi deniz ürünlerinin yenmesi ise helaldir (Remlî, Nihâyetu’l-Muhtac, 8/113,150-152). Görüldüğü gibi Kur'ân ve Sünnette yenilmeyecek olan hayvanlar ile ilgili bir liste verilme yönüne gidilmemiş, domuz gibi ismi belirtilerek yasaklananların yanında diğer hayvanlar için ilke ve ölçüler konulmakla yetinilmiştir. Bu nedenle yenmesinin haram olduğu hususunda ittifak edilen hayvanlar oldukça sınırlıdır. Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin tüketilmemesi İslâm’ın genel ilkelerinden kabul edilmiştir. Bunun dışında, hakkında açık hüküm bulunmayan ürünlerin hükmü hususunda âlimler, yukarıda da belirtildiği gibi ihtilaf etmişlerdir. Aslında bu tür ihtilaflar meselelerin daha iyi anlaşılmasına katkı sunduğu gibi mükellefler için uygulamada kolaylık da sağlamaktadır. Yukarıda verilen bilgiler çerçevesinde yengeç, ıstakoz, karides, kalamar ve midye gibi ürünlerin üretimi ve tüketiminin helal olduğu söylenebilir.
|
Kesilen tavukların içleri temizlenmeden sıcak suya sokularak yolum yapılması halinde etlerinin yenilmesi caiz midir?
|
Usûlüne göre kesilmiş olan tavukların kanı süzüldükten ve varsa üzerlerine bulaşabilen diğer pislikler iyice temizlendikten sonra kaynama derecesine ulaşmayan sıcak suda bir süre bekletilip müteakiben tüylerinin yolunmasında dinî açıdan bir sakınca bulunmamaktadır (İbnü’l- Hümâm, Feth, 1/210-211). Ancak bağırsakları çıkarılmadan kaynar suya atılmış olan tavuk ve emsali hayvanların içindeki pislikler ete sirâyet ederse temiz olmaktan çıkar. Günümüzdeki kesim fabrikalarında uygulandığı gibi banttan geçen kesilmiş hayvanlara temiz sıcak su püskürtülerek sulu yolum yapılması durumunda söz konusu sakınca ortadan kalktığı için yenmesinde bir mahzur bulunmamaktadır.
|
Bir hayvanın etinin helal olabilmesi için kesim nasıl olmalıdır?
|
Eti yenen kara hayvanlarının etlerinin helal olması için usûlüne uygun olarak kesilmesi gerekir. Usûlüne uygun kesim, Hanefîler'e göre besmele çekilerek, hayvanın nefes ve yemek boruları ile iki şah damarının veya bu damarlardan birisinin kesilmesi şeklinde yapılır. Besmelenin kasten terk edilmesi hâlinde kesilen hayvanın eti Hanefîler'e göre haram olur. Ama unutarak terk edilirse helaldir. Şâfiîler besmelenin kasten terk edilmesi hâlinde de etin yenilebileceği görüşündedirler (Nevevî, el-Mecmû‘, 8/410). Sığır, manda, koyun ve keçi cinsinden hayvanlar yatırılıp çenelerinin hemen altından boğazlanmak suretiyle (zebh), deve ise göğsünün hemen üzerinden kesilir (nahr) ve hayvanın kanının iyice akması için bir süre beklenilir. Kesimden önce bıçak ve benzeri kesici aletlerin hayvanın gözünden uzak bir yerde bilenmeleri sünnettir. Hayvanlardan biri, diğerinin gözü önünde kesilmemelidir (Kâsânî, Bedâʾi, 5/41). Kesilecek hayvanları kıbleye döndürerek kesmek sünnettir. Hayvanın canı çıkmadan boynunu kırmak, derisini yüzmek, bir uzvunu koparmak veya tüyünü yolmak gibi hayvanın acısını arttıracak işlerden kaçınılmalıdır (İbn Nüceym, el-Bahr, 8/194). Hayvanın, kesim esnasında canlı olması kaydıyla, acıyı azaltmak maksadı ile düşük voltajlı elektrik şokuna tabi tutulması, ayrıca tavuk ve hindi kesimlerinde kullanılan otomatik kesim makinesini çalıştıran kişinin, düğmeye basarken besmele çekmesi hâlinde o seride kesilecek bütün hayvanlar besmele ile kesilmiş sayılmasına bazı ilim adamlarınca cevaz verilse de söz konusu uygulamalarda hayvanların kesim öncesi ölüm riski bulunduğundan el ile kesim tavsiye edilir.
|
Hayvan kesecek kimselerde bulunması gereken şartlar nelerdir?
|
Hayvanı kesecek kimsenin, akıl ve temyiz gücüne sahip, Müslüman veya Ehl-i kitap olması gerekir. Putperest, ateşperest, ateist ve mürtedlerin kestikleri hayvanların eti yenmez. Ehl-i kitap olduğu bilinen kimse kesim yaparken Allah’tan başkasının adını anmamalıdır. Zira âyette Allah’tan başkası adına kesilmemesi şartı getirilmiştir (el-Bakara, 2/173). Kesim yapan kimsenin ergenlik çağına gelmiş olması şart değildir. Mümeyyiz olan kişinin kestiği de helaldir. Hayvanı kesen kimsenin kadın veya erkek olması fark etmediği gibi temiz, cünüp veya hayızlı olması arasında da bir fark yoktur; hepsinin kestiği yenir (Zeylaî, Tebyîn, 5/287; Nevevî, el-Mecmû‘, 9/77; İbn Kudâme, el-Muğnî, 9/404).
|
Ehl-i kitabın yemeklerini ve kestiği hayvanların etini yemek caiz midir?
|
Ehl-i kitabın (Yahudi ve Hristiyan’ın), usûlüne uygun olarak kestiği hayvanın eti ve pişirdiği yemek yenilir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “Bugün size temiz ve hoş şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helal, sizin yiyecekleriniz de onlara helaldir.” (el-Mâide, 5/5). Usûlüne uygun olarak kesim, hayvanın yemek ve nefes boruları ile iki şah damarının veya bu damarlardan birisinin kesilmesi şeklinde yapılır. Ehl-i kitaptan olan kimsenin, hayvanı keserken Hz. Mesîh’in veya Hz. Üzeyir’in adını andığı kesin olarak bilinirse o takdirde kestikleri helal olmaz. Çünkü Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar yenilmez (el-Mâide, 5/3).
|
Tavuk vb. kanatlıların yolum yöntemlerinin, etin helal olup olmamasına etkisi nedir?
|
Tavuk vb. kanatlılarda, kesim sonrası tüketime hazır hale getirilme aşamasında kuru ve sulu olmak üzere iki türlü yolum yöntemi uygulanmaktadır. Kuru yolum yöntemi buharsız ve buharlı olmak üzere iki çeşittir. Buharsız yöntem, kesim sonrası doğrudan elle yolum uygulamasıdır. Buharlı yöntem ise, kanatlı hayvanların buhar püskürten makineden geçirilerek tüy diplerinin yumuşatılmasıyla gerçekleştirilen işlemdir. Kuru yolumun her iki şeklinde de ete necaset sirayet etmemektedir. Bu itibarla usulüne uygun kesim sonrası kuru yolum yöntemlerinin uygulandığı kanatlı hayvanların etinin yenilmesi caizdir. Sulu yolum yöntemi ise, sıcak su püskürtme veya sıcak suya batırma işlemi olmak üzere iki şekilde uygulanmaktadır. Sıcak su püskürtmek suretiyle yapılan yolum işleminde, ete sirayet eden herhangi bir necaset söz konusu değildir. Dolayısıyla bu yöntemin uygulandığı kanatlı hayvanların etinin yenilmesinde bir sakınca yoktur. Sıcak suya batırma suretiyle yapılan yolum işleminde ise; usulüne uygun kesim sonrası iç organları çıkarılan, kanı süzülen ve üzerinde ete sirayet edebilecek pislik bulunmayan kanatlıların, sıcak suda kısa bir süre bekletildikten sonra tüylerinin yolunması halinde etlerinin yenilmesi caizdir. Ancak iç organları çıkarılmamış, kanı süzülmemiş ve üzerinde ete sirayet edebilecek pislikler temizlenmemiş kanatlıların 50 derece üzeri sıcak suda bekletilmesi, necasetin ete sirayet etmesine sebep olabilmektedir. Bu itibarla söz konusu bu yöntemin uygulandığı kanatlı hayvanların etlerine necaset sirayet ettiği tespit edilirse bu etlerin yenilmesi helal olmaz.
|
Spor müsabakaları üzerinden bahis oynamak caiz midir?
|
Nasıl sonuçlanacağı önceden belli olmayan bir işin öngörülen sonucu üzerinde bahse girmek ve isabet edilip edilememesine göre bahsi kazanmak ya da kaybetmek kumardır. Bu iş hangi yöntemle ve hangi ad ile yapılırsa yapılsın kumar olarak değerlendirilir. Kumar, haksız kazanç yöntemlerinden biri olup İslâm’da kesinlikle yasaklanmıştır. Bu itibarla, spor müsabakaları üzerinden taraflardan birine menfaat sağlayan bahis oynamak, Kur’ân-ı Kerîm’in yasakladığı kumar kapsamına girmektedir ve câiz değildir.
|
Yarışmalarda elde edilecek ödülleri almak caiz midir?
|
İki veya daha fazla kişinin aralarında doğrudan veya dolaylı olarak anlaşma sûretiyle bir tarafın kazanacağı, diğer tarafın kaybedeceği şansa dayalı her türlü oyun, kumar kapsamında olup haramdır. Kendi aralarında yarışacak kimselerden kazananın, üçüncü kişi tarafından vaat edilen ödülü alması ile kaybedenin bir zarara girmemesi esasına dayalı meşrû içerikli yarışmalara katılmak ve buradan kazanılacak ödülleri almak ise câizdir (Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, 6/206; el-Fetâva’l-Hindiyye, 5/324). Ancak bu nitelikleri taşıyan bir yarışmaya katılabilmek için normal ulaşım ücreti dışında kontör göndermek vb. ilave ücret ödemek ya da bir ödeme taahhüdünde bulunmak, çekilişe katılmak için piyango bileti satın almak niteliğinde olduğundan yarışma bir tür kumara dönüşür.
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.